Mitoloji
Yazar Bahadır Bakım • Psikiyatrist • 6 Ekim 2022 • Yorumlar:
PANİK NÖBETLERİ VE PAN
Panik atak biz aciz insanlara sağı solu belli olmayan mitolojik tanrı Pan’ın bir hediyesi midir yoksa yaşadığımız yoğun stresten ve karmaşık modern toplumun sorunlu ilişkilerinden mi kaynaklanmaktadır? doğanın gerçek simgesi Pan'ın modern toplum yaşantılarından pek de hoşlanabileceğini sanmıyoruz. Öte yandan Pan’ın dengesiz ve kendiliğinden sevinci-öfkesi yaratılışımızdaki keskin uçları düşündürmüyor da değil.
Eski Anadolu mitolojisine göre Pan küçük ve büyükbaş hayvanların, bunları güden çobanların, doğal hayatın ve kırların mitolojik tanrısı olarak kabul edilirmiş. Ayakları keçi ayağı şeklinde, keçi kuyruklu, keçi sakallı ve boynuzlu bir görünümdeymiş. Pan flütü ile keyifli melodiler seslendirirmiş. Bu güzel müzikleri duyan tüm peri kızları neşe içinde kırlarda dans eder, bu güzel müziğe onlar da insanı kendilerine hayran bırakan sesleri ile eşlik ederek bulundukları yeri şenlendirirlermiş. Oradan geçenler de kendilerinden geçerek, hülyalara dalarlarmış. Pan çok neşeli ve hareketli bir ruh hali içindeyken, bazen birden kötü niyetli bir hale bürünerek, bir yerde tek başına kalanlara uğultu ve hışırtılar çıkartarak korkuturmuş. Aniden düşen bir taş, kayaların arasına beliren bir gölge, otlar ve çalılar arasında görülen bir kıpırtı Pan’ın varlığı olarak düşünülürmüş. Bu durumda aniden sebepsiz yere hayvanlar, hatta insanlar bir panik havasında adeta kalpleri yerinden çıkacak derecede çarpıntı, nefes darlığı, yutkunma güçlüğü yaşarlar, başlarından aşağı sıcak su dökülürmüş gibi kızararak, ter içinde kalır, tepeden tırnağa tüm vücutları uyuşur, bulantı ve müthiş bir sıkıntı ve çaresizlik hissi ile birlikte, bayılma, çıldırma ve ölüm korkuları ile dehşet içinde oradan kaçmak isterlermiş. İşte adını bu mitolojik tanrıdan alan panik bozukluğu da kişilerin ölüm korkularıyla (beraberindeki vücutsal belirtilerle); kalabalık, büyük çıkışın bulunamayacağı alanlardan kaçınma, tek başına kalamama gibi kaygılarla; o anda ölebileceği, aklına kaybedebileceği, felç ya da kalp krizi geçirebileceği gibi düşüncelerle hastanelerin acil servislerinde başvurularına yol açabilmektedir.
Eğer siz de bu şekilde belirtiler yaşıyorsanız ve bu belirtiler hayatınızı kısıtlayarak, günlük işlevselliğinizi olumsuz yönde etkiliyorsa panik bozukluğunuz olabilir. Eğer sık sık hastanelerin acil servislerine gece yarıları başvurmak ve gereksiz tedaviler almak istemiyorsanız bir psikiyatri ile tedaviye başlayın. Pan’ın getirdiği korku ve sıkıntılarınız kaybolsun, Pan’ın değil, Georghe Zamfir’in güzel pan flütünden neşeli melodiler gününüzü şenlendirsin.
MİTOLOJİDE NARSİSİZM
Eski Anadolu mitolojisine göre, dünya üzerinde birçok Tanrı bulunmaktaydı. Bunlar çeşitli doğa olaylarından ya da canlı cansız varlıkların kontrolünden, davranışlarından sorumluydular. İnanışa göre bu tanrılar insan şeklindeydi ve insanlarla ilişkiye de girerlerdi. Size narsisizm sözcüğünün kaynağını oluşturan Narkissos’un mitolojik öyküsünü aktaracağım.
Kendine aşık olanlara aldırmayıp, onları karşılıksız bırakan ve çok güzel bir peri kızı olan Ekho, bir gün avlanan bir avcı görür. Narkissos adındaki bu avcı çok yakışıklıdır. Ekho bu genç avcıya ilk görüşte aşık olur, ancak Narkissos bu sevgiye karşılık veremeyerek, peri kızının yanından uzaklaşır. Ekho bu durum karşısında günden güne erir, kara sevda ile içine kapanarak ölür. Bütün vücudundan arta kalan kemikleri kayalara, sesi ise bu kayalarda “eko” dediğimiz yankılara dönüşür. Olimpos dağında oturan tanrılar bu duruma çok kızarlar ve Narkissosu cezalandırmaya karar verirler. Günlerden bir gün av peşindeki Narkissos, susamış ve bitkin bir şekilde bir nehir kenarına gelip, buradan su içmek için eğildiğinde, sudan yansıyan kendi yüzü ve vücudunun güzelliğini görür. O da daha önce fark edemediği bu güzellik karşısında adeta büyülenir. Yerinden kalkamaz, kendine aşık olmuştur. O ana dek kimseyi sevmediği kadar sevmiştir kendi görüntüsünü. Oracıkta kala kalır, ne su içebilir ne de yemek yiyebilir, aynı Ekho gibi Narkissos da günden güne erimeye başlar ve sadece kendini seyrederek ömrünü tüketir. Öldükten sonra da vücudu Nergis çiçeklerine dönüşür. İşte narsisistik kişilik bozukluğu olan kişiler de bu şekilde kendilerine aşık, hep en önde, en gözde olmak isteyen, başkalarının düşünce ya da isteklerinde gereken ilgiyi gösteremeyen kişilerdir. Plan ve hedeflerine ulaşamadıklarında, gereken ilgiyi göremediklerinde aynı Narkissos gibi erirler ve çökerler.
ENSEST İLİŞKİSİ MİTOLOJİYE KONU OLAN KAHRAMAN VE OEDİPUS FENOMENİ
Tanrıların hazırladığı acı kaderinden kaçmak isteyen ama kurtulamayan Oedipus, yaşadıkları için yine tanrıların gazabına uğradı. Modern psikiyatrinin esin kaynaklarını Oedipus’un öyküsü bugün de tartışmalardaki önemini koruyor.
Thebai şehrinin kralı Laios’un çocuğu olmuyormuş. Kral, tanrı Apollon’a danışmaya gittiğinde, Apollon’un yanıtıyla sarsılmış “bir oğlun olacak ama bu çocuk ileride seni öldürecek, kraliçe (annesi) ile evlenecek ve herkes mutsuz olacak”. Bir süre sonra kraliçe hamile kalarak, bir erkek çocuk dünyaya getirmiş. Kral bu çocuğu öldürtmek için emir vermiş. Kraliçe ise celladı çocuğu uzak ve tenha bir yere bırakması için razı etmiş. Bunun üzerine cellat da bebeği ayağından bir ağaca asmış. Yoldan geçen çobanlar çocuğu kurtarmışlar. Başka bir şehrin kralının emrinde olan bu çobanlar, bebeği başka bir şehrin sarayına getirmişler. Bu şehrin kraliçesinin de çocuğu olmadığından, bu bebeği alıp büyütmeye karar vermiş. Kraliçe, bebeğin ayağı asılı kaldığı ipin etkisiyle incinip şiştiğinden ona Oedipus (ayağı şiş) adını vermiş. Çocuk büyüyünce, etrafındakilerden kralın gerçek evladı olmadığını öğrenmiş. Bunun üzerine de Apollon’a giderek haberin doğruluğunu ve gelecekte kendini bekleyen durumu öğrenmek istemiş. Apollon ona “babasını öldüreceğini” söylemiş. Bu duruma engel olmak için, ülkesinden çok uzaklara kaçan Oedipus yolda giderken çıkan bir çatışma sonucu, bilmeden öz babası olan kral Laisos’u öldürmüş.
Bu dönemde Oedipus, yollardan gelip geçeni bilmece sorarak sıkıştıran ve doğru yanıt veremeyenleri de öldüren bir mitolojik yaratıkla karşılaşmış. Aynı bilmece ona da sorulmuş “sabahları dört ayağı, öğlen iki ayağı ve akşamları üç ayağı ile yürüyen nedir?”. Oedipus hemen yanıtlamış, “sabahları yani hayatın ilk dönemlerinde el ve ayakları üzerinde emekleyen, hayatını öğle vaktinde, büyüyünce iki ayağı üzerinde yürüyen ve hayatının akşam vaktinde, yaşlılığında ayaklarına ek olarak bastonu bir ayak gibi kullanan varlık insandır”. Bu yanıt karşısında yaratık başkalarına verdiği cezayı kendine vermiş ve ölmüş. Bu olay çok büyük bir sevinçle kutlanmış. Zekasıyla yaratığı yenen Oedipus doğduğu kente kral ilan edilmiş. Anne oğul olduklarını bilmeyerek, kraliçeyle evlenmişler ve dört çocukları olmuş. Bu duruma çok öfkelenen tanrılar, bu kent üzerine felaketler yağdırmışlar. Müthiş bir kuraklık, kıtlık ve sefalet oluşmuş. Kendine danışınılan bir büyücü, sebebi yeni kralın öz babasını öldürüp, annesiyle evlenmesine bağlamış. Gerçeği büyük bir keder içinde öğrenen Oedipus kendi gözlerini oymuş. Sefalet içindeki kızgın kent halkı felaketin sorumlusu olarak onu aşağılayıp, kentten kovmuş. Gözden düşen Oedipu’ a kendi çocukları da yüz çevirmiş. Bir zamanların kralı olan Oedipus dilenci olarak hayatına sürdürürken, yanında sadece kızı Antigone kalmış.
Kıssadan hisse Oedipus ve Antigon’un sefalet içindeki birlikteliği, ebeveyn çocuk bağlılığı, sevgi ve birliğin simgesi olmuş. Oedipus’unun kendini terk eden çocukları ise felaketler içinde sefil bir şekilde ölmüşler. Bu da anne-babanın sevgisinin önemini yansıtmakta, “eden bulur” sözünü doğrulamaktadır. Adını bu mitolojik öyküden alan Oedipus kompleksi Freud’a göre 4-5 yaş arasındaki erkek çocuklarda, babayı kendine rakip olarak görerek, annenin gözdesi olma şeklinde davranış tarzını açıklamak için kullanılmıştır.