Mutluluğun Peşinde…
Yazar Derya Utku • Psikolog • 23 Haziran 2020 • Yorumlar:
Çoğumuz mutlu olup olmadığımızı sorgularız. Günümüz iletişim çağında, sosyal medya aracılığıyla da mutluluklarımızı gözler önüne sermekteyiz. En coşkulu halimizi, sevinç içindeki anlarımızı başkalarına göstermenin telaşı içindeyiz. Mutlu insan olmanın, mutlu aile olmanın hatta mutlu çocuk yetiştirmenin sırları üzerine yazılan boy boy kitaplar, mutlu olmanın formülünü anlatan çeşit çeşit kurslar, sağlık reçeteleri, güzellik sırları bir hayli fazla. Akımın alt metni şudur; “Mutluluğun peşinde ol! Mutluluğu yakala!”
Peşinde olunması ve yakalanması gereken, yakalanınca kaybedilen bir şey mi ki mutluluk? Bir sevgiliden, işten, paradan, hoş bir arabadan, manzaralı bir evden beklediğimiz bizi mutlu etmesi midir? Bu haliyle mutluluk bizim dışımızdaki kaynaklardan edinilmesi gereken bir doyurulma halini alır. Sahip olduğumuzda mutlu olacağımıza dair bizi yanıltır. Halbuki ne insanlar görürüz yatları katları olmasına rağmen mutsuzdur, şikayetçidir, daha fazlası için didinip durur. Sahip oldukları ona bir türlü yetmez. Bazısıysa kendine ait küçücük dünyasında sahip olduğu kadarıyla halinden memnundur, olana şükreder, fazlasına ihtiyaç duymaz. Mal mülke ihtiyaç duymadan da kendini değerli hisseder, hayata bağlıdır, var olmanın ve yaşamanın keyfini çıkartır.
O halde mutluluk insanın içinden gelen bir his midir? Mutluluğu insanın kendi derisi içinde rahat olması, bu zihnin ve bu bedenin içindeyken, bu yaşamdan keyif alması olarak tanımlar psikanalitik teoriler. Derinin içinde rahat olmak, istek ve arzuların peşinde koşup, onları gerçekleştirmekten daha farklı bir doyum hissi çağrıştırmakta. Dış kaynaklara gerek olmadan, özde olanla, anda gerçekleşenle bağ kurmayı işaret eden bir haldir bu.
Sokrates “Mutluluk daha fazlası için uğraşmaktansa, daha azdan keyif duyma kapasitesi ile mümkündür” der. Mutluluğun dışardan edinilenlere göre değil insanın içinden gelen bir şey olduğunu savunur. Zenginlik, güç, şöhret, güzellik sahibi olmak yerine kişinin kendi yaşamına kattıkları, kendi özünü, ruhunun derinliklerini beslemesi ile mümkün olacağını söyler. Mevlana’ya göre önce özünün farkında olmalıdır insan. Onunla tanışmalı, gerçekliğini kavramalıdır. İyisiyle kötüsüyle, zıt kutuplarıyla kavradığı bu özle bağlantı kurabildiğinde mutluluğa erişme yoluna girebilmiştir.
Mutluluğu ulaşılması gereken bir durak olarak düşündüğümüzde veya bir koşula bağladığımızda bir yandan da ona uzaklaşırız. Çünkü artık yerine getirilmesi gereken bir koşul vardır. Ya daha güzel olmalıyızdır ya daha zengin ya da daha güçlü. Başkalarıyla kıyaslama başlar. İnsan zihni küçük yaştan itibaren koşullanmaya açıktır. Bir başka deyişle içinde bulunduğu çevreden etkilenir. Aynen bir çiçeğin içinde bulunduğu toprakla bütünleşmesi gibi. Büyümesi için gereksinimi olan alana, havaya, neme sahip olup olmadığı, yeterli minarellere ulaşıp ulaşmadığı, toprağın verimli olup olmadığı gibi bizler de çocukken büyük ölçüde bize sağlanan ortam ile şekilleniriz.
Büyüdüğümüz çevrede sık sık tekrar edilen yaşantıları, deneyimleri, ifadeleri zamanla içimize alır, kafamıza kazırız. Bir diğer deyişle içselleştiririz. Örneğin akademik başarının öneminin sıklıkla vurgulandığı, başarı ile onay, değer ve kabul gördüğümüz bir ortamda başarının mutluluğa ulaşmanın yolu olduğunu öğrenmiş oluruz. “Ancak başarılı, becerikli, güçlü bir insansam mutluyumdur” kök inancımız biz farkında olmadan oluşur ve pekişir. Bunun aksi olduğu durumlarda ki işler her zaman hayal ettiğimizi gibi gitmeyebilir, hüzün kapımızı çalar. Başarıya koşullanmış, değerini, özünü ve mutluluğunu başarılı olma ölçütüne bağlamış bir zihin, herhangi bir belirsizlik karşısında kendini değersiz görür ve yaşam karşısında kendini yenilmiş hisseder. Bu haliyle mutluluk, yaşam yolculuğundan tat ve keyif almayı ezer geçer, mutluluk sanki varılması gereken bir durakmış haline gelir. Bu durakta inmek yaşamın nihai amacı olur. Ve ne yazıktır ki bir koşula bağlı mutluluk hissi yorucudur, insanı tüketir, bitkin düşürür. Mutluluk peşinde koşarken onu hissedememek insan ruhunu bütünüyle yıpratır.
Peki var mı mutluluğun formülü? İlk olarak mutluluğu bir ölçüt veya bir kriter olmaktan çıkarmayı, onu bir durak, varılması gereken bir nokta gibi görmekten vazgeçmeyi öğrenmekle işe başlayabiliriz. Mutluluğun küçük ve kısa an’lardan oluştuğunu fark etmeye odaklanabiliriz. Karısını kanserden kaybeden huysuz, alaycı ve çevresine küs bir adamı canlandıran Ricky Gervais “After Life” adlı dizisinde, kaybına ve bir türlü geçmek bilmeyen acısına odaklanır ve bir gün karşılaştığı bir yabancı ona şunu söyler; “Sadece kendimiz için değil başkaları için de yaşıyoruz. Mutluluk olağanüstüdür, öyle olağanüstüdür ki bize ya da bir başkasına ait olması önemsizdir”. Ve o andan itibaren yaşamın bu adam için bir anlamı olmaya başlar, başkalarını mutlu etmenin de keyifli, haz veren bir tarafı olduğunu görür.
Depresyonun kökeninde gerçekçi olmayan olumsuz düşünce ve inançlar yatar. “Her zaman mutlu ve neşeli olmalıyım” bunlardan biridir. İnsanın tüm gerçekliğini oluşturur ve bir koşula bağlı olduğundan yaşamı zorlaştırır. Halbuki bu mümkün değildir çünkü duygular iniş çıkışlıdır. Ruhsallık hiçbir zaman tek bir düzlemde ilerlemez. Yazar Andrew Solomon yıllardır süregelen depresyon hastalığını anlattığı konuşmasında şöyle der; “Depresyonun zıttı mutluluk değil, canlılıktır.” Canlılık mutluluktan farklı bir varoluş şeklidir. Yaşamda olmanın yeterince değerli olduğunu fark etmek, o ana dair hislerimizin, duyumlarımızın, deneyimimizin farkında olmaktır. Neye sahip olduğumuzdan çok, sahip olduğumuzla ne yaptığımızın önemi vardır. Viktor Frankl’ın yaşamın anlamı üzerine biz okuyuculara katkısı tartışılmazdır. Bu hayattan beklentim nedir diye soranlara “Bu hayat senden ne bekliyor?” sorusunu yönelten Frankl mutluluğa dair düşünülmemiş, alışagelmedik bir kapı açar ve aslında neyin önemli olduğuna dair bizi düşündürür. Yaşamlarımızda istediğimiz kadar mal, mülk ve maddeye sahip olalım, bizi var eden, yaşamı renkli kılan anlam yarattığımız, odaklandığımız ve kendimizden bir şeyler kattığımız, canlı hissettiğimiz an’larımızdır.