Neden Bağışıklık Sistemimiz Kendi Hücrelerimize Saldırır?
Yazar Yusuf Ahmet Yurdakul • 13 Aralık 2024 • Yorumlar:
Vücudumuzda normalde dostça bir işbirliği vardır: Bağışıklık sistemi, bizi hastalık etkenlerinden korur, kendi hücrelerimizi ise “bizden” olduğu için tanır ve onlara zarar vermez. Ancak bazen bu denge bozulur. İşte bu bozulma, genellikle bağırsaklarımızdaki ince bir savunma hattı olan “mukozal bariyerin” hasar görmesiyle başlar.
1. Mukozal Bariyerin Bozulması:
Mukozal bariyer, bağırsaklarımızın iç yüzeyini kaplayan, zararlı mikropların ve yabancı maddelerin kana geçmesini önleyen bir savunma hattıdır. Bu bariyer hasar gördüğünde, normalde temas etmemesi gereken bağışıklık hücreleri “alt tabakada” devreye girer.
2. Bağışıklık Hücrelerinin Sürekli Uyarılması:
Bariyer bozulduğunda, bağışıklık hücreleri gereksiz yere alarma geçer. Sanki vücut sürekli bir tehditle karşı karşıyaymış gibi düşünürler. Bu hücreler “sitokin” adı verilen uyarı molekülleri salgılar. Bu sitokinler, vücudun diğer bölgelerindeki bağışıklık hücrelerini de harekete geçirir. Ortaya çıkan tablo, “low grade inflamasyon” dediğimiz, düşük ama sürekli bir iltihap halidir.
3. Vücudun Kendi Hücrelerinin Hedef Haline Gelmesi:
Normalde, vücudumuz kendi hücrelerini tanır ve onlara saldırmaz. Ancak sürekli uyarılan ve yüksek alarm halinde olan bağışıklık sistemi, artık her şeye şüpheyle bakmaya başlar. Yeni bir enfeksiyon, stres veya travma esnasında ortaya çıkan “vücudun kendi hücre parçaları”nı da yabancı sanabilir. Bu noktada bağışıklık sistemi, kendi dokularımıza karşı antikorlar (antikor üreten B hücreleri aracılığıyla) üretir. Bu antikorlar, dost hücreleri düşman gibi görerek onları hedef alır.
4. Sürekli Savaş Hali ve Otoimmün Hastalıklar:
İşte bu durum kronikleştiğinde, vücudumuz kendi hücreleriyle savaşa girer. Bu tablo, otoimmün hastalıkların temelini oluşturur. Bağışıklık sistemi ayırt edemediğinden, kendi dokularımız zarar görür. Böylece doku hasarı ve buna bağlı olarak çeşitli kronik rahatsızlıklar ortaya çıkar.
Bu hastalıklara örnek olarak:
Hashimoto Tiroiditi: Bağışıklık sistemi tiroid bezine zarar verir, tiroid hormonlarının üretimi azalabilir.
Romatoid Artrit: Eklem zarlarına karşı gelişen saldırı eklemlerde iltihaplanma, ağrı ve şekil bozukluklarına yol açar.
Sedef Hastalığı (Psöriyazis): Deride kızarıklık, pullanma ve kalınlaşma yapan bağışıklık tepkisi görülür.
Sistemik Lupus Eritematozus (SLE): Vücudun pek çok farklı organ ve dokusuna karşı antikor üretilir, eklemlerden böbreklere, deriye ve damarlara kadar geniş çapta hasar olabilir.
Tip 1 Diyabet: Bağışıklık sistemi, pankreastaki insülin üreten hücreleri tahrip eder, insülin yetersizliği ve kan şekeri yüksekliği görülür.
Bu hastalıkların temelinde, normalde “kendi” kabul edilmesi gereken hücre veya dokulara, bağışıklık sisteminin yanlışlıkla “yabancı” gibi davranması yatar.
Sonuç:
Bu tablo, mikrobiyota dengesi, mukozal bariyerin sağlamlığı ve bağışıklık sisteminin “eğitimli” olmasıyla yakından ilişkilidir. Eğer vücudumuzun bu dengesini yeniden kurabilirsek, gereksiz alarm halini yatıştırıp otoimmün saldırıları engelleyebilir veya hafifletebiliriz.