Obezite ve Çocukluk Döneminde Beslenme
Yazar Fatih Bıçaklar • Diyetisyen • 6 Mart 2019 • Yorumlar:
Obeziteyi bir hastalık olarak mı yoksa sadece fiziki bir bozukluk olarak mı görüyorsunuz? Genel olarak toplumumuzda obezite bir hastalıktan ziyade fiziki bir bozukluk olarak görülmektedir. Aksine obezite, devamında birçok rahatsızlığı da getiren bir hastalıktır. Dünya Sağlık Örgütü obeziteyi ve aşırı kiloluluğu, vücutta anormal derecede yağlanma olarak tanımlar. Hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde görülen bu rahatsızlık yetişkinleri olduğu kadar çocukları da ilgilendiren bir kronik rahatsızlıktır.
Beden kitle indeksi kiloluluk ve obeziteyi belirlemek amacı ile kullanılan kilo/boy oranıdır. DSÖ’ye göre BKI’si 25 kg/m2 ve üzeri olanlar kilolu, 30 kg/m2 ve üzeri olanlar ise obezdir. Çocuklar için ise DSÖ, fazla kiloluluk ve obezitenin sınıflandırılmasında kullanılmak üzere, 2006 yılında 0-5 yaş arası çocuklar için, 2007 yılında ise 5-19 yaş arası çocuklar için büyüme referans değerleri yayımlamıştır. Bu değerler günümüzde kullanılmaktadır ve persentil eğrileri olarak adlandırılmaktadır. DSÖ’nün belirlediği standartlarda beden kitle indeksi yaşa ve cinsiyete göre 95 persentilin üstünde olan ergenler obez, 85-95 persentil arasında olan ergenler ise fazla kilolu olarak tanımlanırlar. 15-85 persentil arası normal kilolu ve 15 persentilin altı ise zayıf anlamına gelmektedir. Obezite ve şişmanlık durumu için parametreler bu şekildedir.
Yetişkinlerde Obezite Yaygınlığı (18+ yaş)
• 2016 yılında 18 yaş ve üstü olan 1,9 milyar kişi aşırı kilolu idi. Bunların arasında 650 milyondan fazla yetişkin ise obez idi.
• 2016 yılında 18 yaş ve üstü bireylerin %39’u (erkeklerin %39’u ve kadınların %40’ı) aşırı kilolu idi.
• Genel olarak dünyadaki yetişkin nüfusunun %13’ü (erkeklerin %11’i ve kadınların %13’ü) 2016 yılında obez olmuştur.
• 1975 yılından 2016 yılına kadar geçen zamanda obez kişi sayısı yaklaşık olarak 3’e katlanmıştır.
Obezite Türkiye’de Ne Kadar Yaygın?
DSÖ 2008 yılı genel verilerine bakıldığında obezite sıklığı toplum genelinde %27,8 (kadınlarda %34 ve erkeklerde %21,7)’dir. Yakın zamanda açıklanan Avrupa Kardiyovasküler Hastalık İstatistikleri (ATLAS) araştırmasında ise bildirilen oranlar ülkemiz kadınlarında %35,8 ve ülkemiz erkeklerinde %22,9’dur. Bunlar ülkemiz dışındaki verilerdir. Ülkemizde yapılan çalışmalara bakarsak; beden kitle indeksi üzerine yapılmış tüm çalışmaların meta-analizine göre BKI’sı genel olarak 27,4 kg/m2 olarak bulunmuş. Bu değer kadınlarda 28,2 kg/m2 ve erkeklerde 26,5 kg/m2’dir. Yani yüzdeler için yorum yapılacak olursa şu anda genel olarak kilolu bir toplumuz. Sadece beden kitle indeksi ve obezite oranından ziyade çokça bilinmeyen ama çok büyük riskler barındıran karın bölgesi obezitesi denilen bel çevresi fazla yağlanma verilerine de göz atalım.
Uluslararası Diyabet Federasyonu (IDF) erkeklerde 94 cm, kadınlarda 80 cm üzerinde olan bel çevresini çok riskli olarak görüyor. Bu durum Amerika’da erkeklerde 102 cm ve üzeri, kadınlarda 88 cm ve üzeri olarak tanımlanıyor. Ülkemizde yapılan Metabolik Sendrom Araştırması’nda (METSAR) çıkan sonuçlara göre bel çevresi genel olarak erkeklerde 91,7cm, kadınlarda 90,1 cmve ortalama90,88 cm olarak bulunmuştur. Açıklanan bu veriler çok ciddi ve endişe verici düzeydedir. Obezite artık küresel bir halk sağlığı sorunudur. Sadece yetişkinlerde değil çocukluk çağında da artışlar müthiş miktarlarla ilerlemektedir.
Çocukluk Çağında Durum Nasıl?
Çocukluk çağı obezitesi dünyadaki her ülkeyi etkileyen, 21. Yüzyılın en ciddi küresel halk sağlığı sorunlarından birisidir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre sadece 40 yıl içinde okul çağındaki çocuk ve ergenlerin sayısı 11 milyondan 124 milyona çıkarak yaklaşık 11 katlık bir artış göstermiştir. Yani 1975 yılında 5-19 yaş arası çocukların ve ergenlerin sadece %1’inden azı obez iken 2016 yılında bu rakam erkeklerde %8’e ve kadınlarda %6’ya kadar çıkarak 124 milyonu bulmuştur. 5 yaş altındaki çocukların ise tahmini olarak 41 milyonu obez durumundadır. Kilolu ve obez olan 5-19 yaş arasındaki çocuk ve ergenlerin toplam nüfusu 340 milyon kadardır. Mevcut durumda değişiklikler yapılmaz ise Dünya Sağlık Örgütü araştırmalarına göre 2022’de 5-19 yaş arasındaki çocuk ve ergenlerin obezite oranının daha yüksek olması bekleniyor.
Ülkemizin durumu da hiç iç açıcı değil. Yapılan araştırmalara göre elimizdeki veriler obezite konusunun çok ciddi olduğunu gösteriyor. 2010 yılında yapılan Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması’nda (TBSA) 0-5 yaş grubu 2567 çocuğun %8,5’i obez/şişman, %17,9’u hafif şişman olduğu belirlenmiştir. Bu çalışmada obezitenin en fazla bulunduğu bölgeler; Doğu Marmara (%12,5), Ege (%11,4), Akdeniz (%11,4) ve İstanbul (%10,8)’dur. Obezitenin en az görüldüğü bölgeler ise Güneydoğu Anadolu (%3,4), Doğu Karadeniz (%3,6) ve Kuzeydoğu Anadolu (%4,1) bölgeleridir. Okul çağı dönemindeki obezite yaygınlığı hakkında yeterli araştırma olmadığı için yeterli veri bulunmamaktadır ama 2009’da yapılan ulusal çalışmada 6-10 yaş grubu okul çağındaki çocukların %14,6’sının kilolu ve %6,5’unun obez olduğu görülmüştür. Geniş çapta yapılan yakın zamanlı bir araştırma bulunmamaktadır.
Obeziteyi Tetikleyen Etkenler
Obezitenin oluşumunda başlıca risk etkeni Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’na göre şu şekilde sıralanmıştır: aşırı ve yanlış beslenme alışkanlıkları, fiziksel hareketlilik yetersizliği, yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, gelir durumu, hormonal ve metabolik etmenler, psikolojik problemler, çok düşük kaloride diyet uygulama, kullanılan bazı ilaçlar (antidepresan vb.), doğum sayısı ve doğumlar arası süre.
Çocuk ve ergenlerde görülen obezitenin daha çok yanlış beslenme alışkanlıkları, fiziksel hareketlilik azlığı, ailede obez birey bulunması, tıbbi hastalık, ilaçlar, aileden ayrılma ya da anne-babanın boşanması gibi stresli yaşam olayları, aile ve akran sorunları, depresyon ya da diğer ruhsal sorunlarla ilişkili olduğu bildirilmiştir.
Yaş
Obezite her yaşta görülebilmektedir. Obezitenin gelişiminde özellikle doğum öncesi, 5-7 yaş ve ergenlik dönemi önemlidir. Ergenlik dönemi kalıcı yağlanmanın oluştuğu son kritik evredir. Yapılan bir araştırmaya göre obez çocukların 1/3’ü ve obez ergenlerin %80’i yetişkinlik çağında da obez durumda oluyorlar.
Beslenme Alışkanlıkları
Yeni yağ hücrelerinin oluşum hızı yaşamın ilk birkaç yılında çok fazla olduğu için çocuklukta yanlış ve düzensiz beslenme sonucunda obezite görülme olasılığı yüksektir. Yağ depolanması hızlandıkça yağ hücrelerinin sayısı da artacaktır. Ergenlikten sonra bakıldığında ise yağ hücrelerinin yaşam boyu neredeyse aynı kaldığı bildirilmektedir. Bu nedenle çocukların aşırı ve yanlış beslenmesinin yaşam boyu şişmanlığa neden olacağı bildirilmektedir.
Farkında Olmadan Şişmanlıyoruz!
Son yıllarda ülkemizde fast-food alışkanlığı giderek artmıştır. Kalori, yağ, karbonhidrat, tuz yoğunluğu yüksek vitamin-minerallerden, posadan fakir oluşu kalp-damar hastalıkları, şeker hastalığı, yüksek tansiyon, kanser, kan yağlarındaki bozulmalar gibi rahatsızlıkların artmasına da zemin hazırlamaktadır.
Obezitenin hazırlayıcı etmenlerine bakarsak devamındaki kötü gelişmeleri nasıl iyileştirebileceğimizi çözmemiz daha kolay olacaktır. Sonsuz faktörü etmen olarak saymamızın yanında son 10-20 yıl içerisindeki obezitenin asıl artış nedeni; endüstriyel gelişme ile birlikte fiziksel hareketliliğe dayalı yaşam tarzından aktif olmayan yaşam tarzına geçiş ve yoğun kalorili besinlerin tüketilmesi olarak görülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’nün son verilerine göre dünya çapında 4 kişiden 1’i (1,4 milyar insan), kadınların %23’ü ve erkeklerin %32’si aktiflik yönünden yetersizdir.
Fast Foodlar En Büyük Düşmanlarımızdan Biri
Bunun yanında besinlere ulaşımın kolaylaşması anlık ve pratik olarak gördüğümüz hızlı besinlerin tüketimini arttırmaktadır. Fast-food olarak bildiğimiz bu besinler fazla miktarda karbonhidrat, yağ, enerji içerdikleri için o an alınan doygunluk hissiyatı azalır. Beyin doygunluğu yaklaşık 15-20 dakikada hissetmeye başlar. Bu doygunluk ulaşımı kolay, hacmi küçük ve enerji yoğunluğu yüksek besinler ile karşılanmaya kalkıldığında fark etmeden çok fazla enerji vücuda alınmış olur. Bu nedenle ev yemeklerinin, miktarlarının, yeme şeklinin, çeşitliliğinin hatta tabak büyüklüğünün, renginin dahi önemi artmaktadır. Evde yemek pişmesi aslında çok önemli bir etkendir. O yemek pişerken emek ve sevgi ile uğraşılıp yapılan bir ürün ortaya çıkar. Yavaş pişen, aile ile mutlu, huzurlu bir şekilde tüketilen bir öğün ortaya çıkar. Bu şekilde yemeğin hem tadına varılmış olur hem de yeterli derecede besin ögesi vücuda alınıp psikolojik olarak da doygunluk sağlanmış olur.
Yemek yeme şekli de burada çok önemlidir. Besinlerle alınan enerji günlük yaşantımızın ve vücudumuzun sağlıklı olabilmesi için gereklidir. Bir anda yemeğe yüklenmek; fazla kalori alımına, doygunluk hissiyatının hemen oluşmamasına, sindirim problemlerine (mide yanması, reflü, gastrit, hazımsızlık gibi), boşaltım problemlerine (ishal, kabızlık gibi) neden olabilir. Bir anda tüketilen öğünlerden sonra halsizlik oluşabilir. Bu halsizlik, bir anda ve fazlaca tüketilen besin/yiyeceklerden sonra vücudun bu besinleri/yiyecekleri sindirimi için enerji harcamasından dolayı gerçekleşebilir.
Bunun yanında günlük yaşantımız, boşaltım, emilim gibi günlük ve vücut için gerekli olan eylemler için gerekli enerji kalmayabilir. Ondan dolayı yemekleri yerken yavaşça, çiğneyerek, tadına vararak ve uygun miktarlarda tüketilmesi gerekmektedir. İşlenmiş gıdaların bahsettiğimiz gibi enerjisi yüksek ve besin ögesi barındırma oranı düşüktür, yani besleyici değillerdir. Ulaşım imkanının kolay, lezzetli, ucuz olması da bu ürünlerin tüketimi ile beraber beslenme bozukluklarını ve çeşitli rahatsızlıkları (obezite, şeker hastalığı, kanser vs.) arttırmaktadır.
Obezojenik Çevre
Obezojenik çevre, anormal kilo alımını kolaylaştıran çevre olarak tanımlanmaktadır. Çocukluk çağı ile ilgili artan araştırmalar obezojenik çevrenin önemli bir ölçüt olduğu üzerinde durmaktadır. Diyet seçenekleri, obeziteye destek veren besin ortamı, obeziteye çevresel katkı sağlayan obezojenik etkenler olarak görülmektedir.
Obezojenik sosyal çevre, hem reklam hem de yemek için baskı içermektedir. Sağlıksız gıdaları pazarlamak için savunmasız gruplar ve çocuklar hedef alınmaktadır. Ortalama bir çocuğun 1 yıl içerisinde izlediği reklamların %96’sı şekerli tahıllar, şeker, fast-food, şekerli içeceklerden oluşmaktadır.
1- Mikro Çevre
Mikro sistem, çocuğun veya ergenin günlük yaşantısında etkileşim içerisinde olduğu kişileri ve bu kişilerle olan etkileşimlerini, ilişkilerini yani kısaca yakın çevresindeki etkileşim ve aktiviteleri içerir. Bu sistem en temelde aile ve arkadaşları kapsar. Bunun yanında okuldaki çevresi, öğretmenleri, akrabaları da bu sistem içerisindedir. Mikro çevre; perakende gıda satıcıları, evler, iş yerleri, okullar, kreşler, çocuklar için düzenlenen dinlenme alanlarını içerir. Yeme davranışlarını etkileyençevreyi anlayabilmek için tüm çevresel etkenler ele alınmalıdır. Bunlara örnek olarak Ev ortamı, gerçek gıdalar, mobilyalar, acil tüketilen gıdalar verilebilir. Bir bölgedeki obezojenik çevre incelenirken kastedilen mikro çevreye örnek olabilir. Mikro çevre bir bölgenin obezojenik özelliklerini ele alır; park alanları, yeşil alanlar, fiziksel aktivite alanlarını içerir.
Obezojenik çevrenin en çok etkilendiği kısım ev ortamı ve aile yapısıdır. Ebeveynlerin her türlü davranışı çocuğu etkilemekte kilit rol oynar. Bunun yanında doğrudan verilen bakıcılardan, öğretmenlerden de etkilenirler. Çocuklar, obezojenik çevrenin bütün etmenlerinden etkilenirler çünkü onlara özel rol modelleme vardır. Sobal ve Wansink, mikro çevreyi oluşturan yapıları 4 alanda tanımlamışlardır. Bunlar; beslenme alanları, geniş seçim sunan tasarımlar, büyük-geniş tabak, bardak vb. ve gıdanın görselliğinin arttırılmasıdır.
Geniş seçim sunan sunumlar, fizyolojik tokluğun sağlanması durumunda dahi tekrar bir yeme isteği uyandırır. Büyük-geniş tabaklara konulan yemekler göze az gelir ve tabak doldurularak göz doygunluğu sağlanır. Böylelikle fazla miktarda porsiyon ölçüsü ile birlikte daha fazla kalori almış oluruz ve alınan her fazla kalori vücutta yağ olarak depolanır. Bunun yerine daha küçük tabak kullanarak gerekli porsiyonlarda tabağa koyarak hem göz doygunluğu, hem fizyolojik doygunluk sağlanmış olur. Bunun yanında gerekli miktarda da kalori alınmış olur.
Giderek artan mimari yapılar da yeme davranışlarını etkiler. Yemek yenen alanlarda bulunan yemeğe iten faktörler bulunmaktadır. Bunlar; çeşitli iştah kabartıcı görseller, katkı maddeleri, arkadaş ortamı olarak sayılabilir.
2- Makro Çevre
Obezojenik çevreyi ilgilendiren yasalar, yürütülen politikalar, gıda reklamları makro çevreyi ilgilendirir. Örneğin; bir süpermarket mikro çevreyi ilgilendirirken ülke çapında bulunan süpermarket sektörü makro çevreyi ilgilendirir. Ülkenin kültürel beslenme alışkanlıkları da bu çevre içinde sayılır. Bu çevrede dikkat edilmesi gereken çok önemli noktalar vardır. ‘’Tabağında yemek bırakma arkandan ağlar’’, ‘’Yemeği israf etme Allah cezalandırır’’ gibi söylenen aslında çok önemli psikolojik temeller barındıran ve bununla birlikte farkında olunmayan cümleler ileride çocukları kötü etkileyebilir. Çocuk ileride duygu durumuna bağlı olarak belki tabağında yemek bırakmaktan korkabilir ve daha fazla kalori alabilir. Böylece obezite gelişip obeziteden dolayı tekrar bir psikolojik bunalımla yemeklere saldırabilir. Bu şekildeki bir kısır döngüyü de destekleyen küçük görülen etmenlerle birlikte çocuk psikolojik olarak yeme bozukluğu geliştirebilir.
İyi bir çocuk olmak için yemek yemek, iyi birer ebeveyn olmak için yemek yedirmek zorunda hissediliyor. Aksine bu şekilde bir tutum kimseyi iyi yapmaz veya çocuğu güçlü yapmaz. Başka bir örnek daha verecek olursak; çocukken yapılan iyi bir eylem için şeker veya çikolata ile ödüllendirme durumu ülke geleneklerimizde çok yaygın bir durum. Çocuk bu şekilde bir ödüle alıştığında ve ileride kimseden onu iyi hissettirecek bir ödül almadığında kendisini bu tip gıdalarla ödüllendirebilir. Bu durum da psikolojik temelli bir yeme bozukluğu ile birlikte obezite ve kısır döngü ile devam edip çok ciddi rahatsızlıklara neden olabilir.
Aile ve Eğitim Düzeyi Çocukların Beslenmesinde Çok Etkili
Bulunduğumuz çağda yetişkinlerde artan obezite ile birlikte ev ortamında, çevrede sürekli kilo verme muhabbetleri edilmektedir. Çocuk daha doğmadan hamile bireyler kilo alımına takılmaktadır. Yetersiz kilo alımı ile çocuğun yaşamı en önemli dönem olan anne karnında etkilenmeye başlamaktadır. Emziklilik dönemine gelindiğinde yetersiz veya kalitesiz anne sütü ile beslenen çocuk ilk besinini kalitesiz alarak yaşamına başlamaktadır.
Bununla birlikte çocuk ilk 6 ayında anne sütü ile beslenmesi gerekirken mamalarla tanışmaktadır. Mamaların içeriğinde şeker bulunur. Çocuk ilk zamanlarında şekerle tanışmakta ve ileride de fast-food besinlerle hayatına devam etmektedir. Sağlıklı beslenme ve davranışlar hayatın her alanında gelecek için önem kazanmaktadır. Sorun olarak görülmeyen bu tutumlar ileride ciddi problemlere neden olabilir. Çocuk ileride bir rahatsızlıkla karşılaştığında ilk yıllarındaki beslenme durumunu göz önüne alınıp değerlendirme yapılmalıdır. Ev ortamında sürekli kilo ile ilgili muhabbetler edilmesi çocuğun psikolojik olarak hayat boyu kilo problemi yaşamasına neden olabilir ve sonunda fizyolojik olarak da bu vücuda yansır.
Ülkemizde yapılan bazı araştırmalarda ebeveynlerin çocuklar için zararlı olan dış besinlerin henüz ne olduğunu bilmediklerini gösteriyor. İstanbul’da bazı okullarda yapılan araştırmalar ebeveynlerin bazılarının henüz fast-food türü besinlerin farkında olduklarını ama bunları bilmediklerini göstermiş. Çoğu ebeveyn risk etmenlerinin farkında ama bununla ilgili sürekli uygulamalar yok.
Aşırı Kilolu ve Şişmanlığın Genel Sağlık Sonuçları
Yüksek beden kitle indeksi ve beraberinde aşırı kiloluluk, bulaşıcı olmayan hastalıklar için çok önemli bir risk faktörüdür:
• 2012 yılında önde gelen ölüm nedeni olan kardiyovasküler hastalıklar (özellikle kalp hastalığı ve inme)
• Şeker hastalığı
• Kas-iskelet sistemi bozuklukları (özellikle osteoartrit- eklemlerin yüksek derecede bozulan dejeneratif hastalığı)
• Bazı kanserler (endometriyal, meme, yumurtalık, prostat, karaciğer, safra kesesi, böbrek ve kolon)
Bu hastalık riskleri beden kitle indeksinin artması ile yani vücut ağırlığının boyun santimetre cinsinden karesine oranının artması ile artmaktadır. Çocukluk çağı obezitesi, yetişkinlikte obezite riskinin yüksek olması ve bununla beraber erken ölüm ve sakatlık riski ile ilişkilidir. Gelecekteki risklere ek olarak obez çocuklar; solunum güçlüğü, kırık riski, yüksek tansiyon, kalp-damar hastalıklarının erken belirteçleri, insülin direnci ve psikolojik rahatsızlıklar yaşarlar.
Obezite ve Riskleri Önlenebilir
Aşırı kiloluluk ve obezite, bununla birlikte gelişen risk etmenleri büyük ölçüde önlenebilir. Bireysel düzeyde insanlar şunları yapmalıdır:
• Toplam yağ ve şekerden alınan enerji sınırlandırılmalıdır. (Günlük alınan enerjinin %25-30’u ve bunun %60’ının kaliteli yağlardan, %45-60’ı karbonhidratlardan ve bunun %90’ı kaliteli kaynaklardan alınmalı.)
• Meyve ve sebzeler ile beraber baklagil, kuruyemiş, tam tahılların tüketimini arttırmak.
• Düzenli olarak haftada 150 dk egzersiz yapmak.
Gıda endüstrisi de sağlıklı diyetleri teşvik etmede önemli bir rol oynayabilir:
• İşlenmiş gıdaların yağ, tuz ve şeker oranını azaltmak,
• Sağlıklı ve besleyici seçimlerin tüm tüketiciler için uygun içerikli ve uygun fiyatlı olmasını sağlamak,
• Şeker, tuz ve katı yağlar başta olmak üzere gıdaların pazarlanmasını sınırlamak,
• Sağlıklı gıda seçeneklerine mevcudiyetin sağlanması ve iş yerlerinde fiziksel aktıvite uygulanmasının desteklenmesi.
Obezite Sürekli Artıyor
Obeziteninin çocuklarda küresel verileri 2016 yılında Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’nün açıkladığı 50 milyon kadar kadın ve 74 milyon kadar erkek idi. Zayıflık durumu ise 75 milyon kadın ve 117 milyon erkek şeklinde. 1970 ve sonrasında şişmanlık verileri ciddi derecede arttı ve artmaya devam etmekte. Çocukluk çağı obezitesinin özellikle Asya’daki düşük ve orta gelirli ülkelerde son zamanlarda artışı gözlemleniyor. Bunun nedeni besleyici özelliklerden fakir, şeker, yağ ve tuzdan zengin besinlere ulaşımın kolay, lezzetli ve fiyat olarak uygun olmasıdır. Sağlıklı besinlere olan ulaşım imkanı düşük ve orta gelirli ülkelerde maliyet bakımından zorlaşmakta ve bu hastalıkları ve risklerinin erken yaşta ortaya çıkmasına ve bunların artmasına neden oluyor.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’nün son verilerine göre obezite veya şişmanlık sıklığının dünyada 1,9 milyardan fazla kişiyi etkilediğini yazdık. Bununla beraber 2017’de yayınlanan verilere göre açlık çeken insan sayısının da arttığı ve 821 milyona ulaştığı açıklandı. Yani dünyanın bir tarafı her türlü besine ulaşıp fazla miktarlarda tüketim gerçekleştirerek obezite ve çeşitli rahatsızlıklarla mücadele ederken bir tarafı gelir düşüklüğünden dolayı kaliteli besinlere ulaşamıyor ve bu yüzden aynı rahatsızlıkları yaşıyor. Dünyanın bir diğer tarafı da tamamen açlıkla boğuşuyor ve her 5 saniyede bir çocuk açlıktan hayatını kaybediyor.