ÖLÜM VE DİĞER KAYIPLAR
Yazar Burcu Yücetürk • Psikiyatrist • 13 Kasım 2016 • Yorumlar:
Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu, kör oldum
( Cemal Süreya )
Tüm dünyada kayıplar, sanatın her dalına konu olmuştur. Kayıpların en
somut hali sevdiğimiz birinin ölümüdür. Oysa ayrılmak, boşanmak, iş kaybı, ekonomik
kayıplar da yas tutmamıza neden olurlar. Bu yazıda ağırlıklı olarak, sevdiğimiz birinin
ölümü sonrasında yaşadıklarımızdan bahsetmeyi amaçladım.
1) Ne zaman kaybetmeye başlarız? Kayıplardan kazanç sağlayabilir miyiz?
Doğduğumuz andan itibaren bir şeyleri kaybederek büyürüz. Bazı kayıplar,
fiziksel ve ruhsal olarak sağlıklı büyümenin, gelişmenin anahtarıdır. Bebek, sütten
kesildiğinde annesinin memesini bırakır; Ama aynı zamanda sütünü bardaktan içmeye
başlayarak gelişim basamaklarında tırmanır. Bir diğer örnekse bebeğin, yürümeye
başladığında kucakta taşındığı zamandaki güvenliğini kaybetmesidir. Bu sayede bebeğin,
bakıverene olan bağımlılığı (bağlılıkla karıştırılmasın) azalır. Gelişim dönemlerini
sorunsuz geçiren çocuk özgürlük ve özerkliğe doğru adım atar. Birçok ebeveynin
"çocuğum kendine güvenmiyor" şeklinde başvurusu olduğunu ya da danışmanlık aldığını
biliyoruz. İşte, yukarıda kısaca bahsettiğim gelişimsel kayıpları engellenmiş ya da
geciktirilmiş çocukların, kendi kendini yönetip özgün kararlar alabilmesi zorlaşmaktadır.
Ve bu durum çocuğun, şimdi ve gelecekte kendine güven problemi yaşamasının
sebeplerinden biri haline gelmektedir.
2) Neden sevdiğimiz birinin ölümüne birbirimizden farklı tepkiler veririz?
Bir yakınımız öldüğünde, "yas işi" dediğimiz, iç dünyamız ile dış dünya
arasında yeniden denge kurulmasını sağlayan süreç başlar. Tıpkı parmak izlerimiz gibi
yaslarımız da birbirinden farklıdır.
Bazılarımız yas tutup yaşamına devam ederken, bazılarımızın hayatı bir noktada donup
kalır sanki. Bir kişinin yas tutabilmesi aşağıdaki durumlardan etkilenir;
-kişinin duygusal olgunluğundan
-kaybedilen ilişkinin özelliklerinden
-kaybın gerçekleştiği koşullardan
-kaybedilen nesneye bağımlılık (bağlılık değil) derecesinden
-acı verici duygulara katlanabilme yeteneğinden
-kayıp sonrası hissedilen kederin dışa vurulmasına getirilen kısıtlamadan
3) Kayıp sonrası neler yaşanır?
Kayıplar hakkında bilinmesi gereken birkaç önemli nokta vardır. İlki her kaybın
bizi kaçınılmaz bir şekilde "keder" içine sürüklemesidir. İkincisi ise her kaybın,
kapattığımızı, unuttuğumuzu ya da önemsemediğimizi sandığımız eski kayıpları
canlandırmasıdır. Üçüncüsü ve kazanç olarak nitelendirilen kısmı, yası tam olarak
tutulabildiğinde, büyüme ve yenilenme için iyi birer araç olabilmesidir.
4) "O'nu kaybettiğimde, ölümünü kabul edene kadar birçok duygu ve düşünceyi
birlikte yaşadım. Karmakarışık hissediyordum. Bu neden olur?
Kayıplarımızdan sonra, koşullar uygunsa "yas tutma" dönemine geçeriz.
Bazen koşullar yas tutmaya uygun olmayabilir. Savaş zamanları gibi. Savaş
zamanlarında öncelik, hayatta kalmak ve geride kalanları hayatta tutmaktır. Kaybın
gerçekleştiği ortamdan uzakta olduğumuzda ise aşağıda bahsi geçecek olan inkâr evresi
uzayabilir.
Yas tutmanın iki evresi vardır. İlki "Kriz Dönemindeki Keder" ve ikincisi ise
"Yas İşi”dir.
Kriz dönemindeki kederde, ölümü kabul etmeye karşı direniriz.
Yüzleşmekten kaçınmak adına her türlü çabayı sarf ederiz. Çünkü kayıp ilk anda, bizim
her şeyi kontrol edebileceğimiz ve her şeyin nasıl bir yol izleyeceğini önceden
anlayabileceğimiz inancını sarsar. Oysa "yoksunluğa" ve "terk edilmeye" uyum
sağlamamız gerekmektedir. Sürece hâkim olan ise kaybettiğimizin geri gelmesine olan
yoğun isteğimizdir. Sıklıkla kendimizi "bu kötü bir rüya, uyanacağım ve her şey bitecek"
şeklinde düşünceler içinde buluruz. Kriz dönemindeki keder genellikle karmakarışık
şekilde ortaya çıkan beş alt evreden oluşur. "İnkâr" olarak da adlandırdığımız yukarıda
bahsedilen ilk evre, kayıp karşısında yaşadığımız şoku emer. Acı gerçeği yavaş yavaş
kabul edebilmemiz için gerekli zemini hazırlar. Bazen kendimizi, ölen yakınımızın sesini
duyarken, odada onun varlığını hissederken, kapıdan her an giriverecekmiş gibi
beklerken buluruz. Bu evreye "bölme" adı verilir. Bir tarafımız ölümü inkar ederken bir
tarafımız ise kaybın farkındadır. Bir yandan da kayıptan önceki son günleri, son anları geri
getirmeye çalışırız. "Pazarlık etme" diye adlandırdığımız bu dönemde "şunu yaparsam
bu kötü rüyadan uyanırım, keşke istediği şeyi alsaydım, o kötü sözleri söylemeseydim,
hasta olduğunda daha fazla ilgilenseydim, konuşurken daha dikkatli dinleseydim..." gibi
düşüncelere boğuluruz. Kayıp duygusu içimize işledikçe "iç sıkıntısı" duyarız. Bu evrede
artık reddedilme ve güçsüzlük duygularımız harekete geçmiştir. Çünkü birisi istemeden de
hayatımızdan çıksa geride kalan olmak "öfke" duymamıza sebep olur. Öfke evresi,
gerçekleri kabul etmeye başladığımızı gösteren sağlıklı bir süreçtir. Unutulmamalıdır ki
bu evreler çoğunlukla iç içedir. Kriz dönemindeki keder sonlanırken, inkâr ve bölme
evrelerinin ise yavaş yavaş azaldığı görülür.
Kaybettiğimiz kişinin duygusal varlığı ile yeni ve daha uygun bir ilişki
düzenlemeye "yas işi" deriz. Oldukça yorucu bir süreçtir. İlişkinin bizim için ne anlama
geldiğini, neyi yitirdiğimizi anlamlandırabilmek için, geçmişi sürekli tekrar tekrar hatırlarız.
Hayal kırıklıkları, çözümlenememiş gerginlikler, bıraktığı yaralar... Üzüntü ve öfke
hissetmemize sebep olurlar.
Ek olarak her kaybın yan kayıpları da vardır. Ekonomik kayıplar, konum
kaybı ve rahat yaşamın kaybı gibi.
4) "O, öldüğünden beri gülmek bana acı veriyor. Hayatıma Onsuz devam edebilecek
miyim? Bilmiyorum. Bu haksızlık değil mi? Onun sevdiği şeyleri yapamıyorum,
neden suçlu hissediyorum?"
Yas tutmanın oldukça yorucu bir süreç olduğundan bahsetmiştik. Öyle ki
elden ayaktan kesilir, yemez içmez oluruz ya da aşırı yerken buluruz kendimizi.
Uykularımız kaçar. Daha birçok fiziksel belirti baş gösterir. Hissettiğimiz keder duygusu bir
çeşit rahatlama da sağlar. Çünkü hala ölen kişi ile aramızdaki en belirgin bağlantıdır. Bir
taraftan da gündelik hayat, yapılacaklar listesi ile karşımıza dikilmiştir. Gidilecek bir iş,
bakılacak çocuklar, ilgilenilecek bir eş ve nicesi. Bu durumda kederin giderek azalması
karşısında ölen kişiye ihanet ediyormuş gibi hissederiz.
"O orada, mezarda bir başına yatarken ben nasıl böyle şeyler düşünebilirim"
"Dondurmayı çok severdi, o öldüğünden beri yiyemiyorum"
"O öldü, gitti. Yapılması gereken bir sürü işle nasıl uğraşabiliyorum? Rüyadayım sanki. Bir
filmin içinde gibiyim. Her bir iş halledildikçe acım da artıyor sanki..."
Bunlar ve benzeri söylemler içinde buluruz kendimizi.
5) "Aslında iyiyim. Hayatım yoluna girdi sayılır ama neden her yıl onun öldüğü
tarihte ya da önemli anlarımızı yaşadığım zamanlarda acı çekiyorum?"
Unutmayın ki bizler, bizim için önemli ve değerli olan hiçbir şeyi ya da hiç
kimseyi tamamen bırakmayız. Bu da, yasımızı tam anlamıyla tuttuğumuzda bile, bazı
anlarda keder duygusunu tekrar hissetmemize neden olur. Ölüm tarihleri, önemli günler,
mevsimler, bazı aylar, saatler...gibi.
6) Bir kayıp ardından ne zaman bir uzmana başvurmalıyız?
Kayıplar, hepimiz için kaçınılmazdır. O kadar büyük bir acı duyarız ki; yoğun keder duygusu, bir
süre yemeden içmeden kesilme, birçok şeyin anlamını yitirdiği düşünceleri, uyku değişikliği ve
gittikçe artan bir özlem duygusu ile yas sürecine gireriz. Bir ile iki yıl arasında yasımızı
tamamlayarak yaşamaya devam ederiz. Bazen yas işi gerektiği gibi gitmez ve yardım almamız
gereken durumlar ortaya çıkabilir. Bu durumlar;
-hissettiğimiz keder ve diğer duyguların 2(iki) yıldan daha uzun sürmesi,
-işimizi, sosyal ilişkilerimizi, akademik çalışmalarımızı yürütemeyecek düzeyde kötü
hissedilmesi,
-yaşanılan yoğun suçluluk hissi nedeniyle ölmek istenmesi, intihar planlarının yapılması,
intihar girişiminde bulunulması
-değersizlik, yetersizlik fikirleri ve diğer depresif belirtilerin varlığıdır.