Ölüm ve Yas
Yazar Muhammed Enes İmert • Psikolog • 15 Şubat 2019 • Yorumlar:
Bir yakınımızın ya da sevdiğimiz şeylerin kaybıyla başa çıkmak oldukça sancılıdır. Yasadığımız bu kayıp sonucu derin bir yas sürecine girer ve de yaşamdan haz alamaz hale geliriz. Sabah uyanmak, yemek yemek, işe gitmek, alışveriş yapmak gibi basit gündelik aktiviteleri yapmakta oldukça zorlanırız. Bununla beraber yasadığımız yasa bağlı olarak duygusal, fiziksel, düşünsel ve davranışsal bir takim tepkiler veririz. Örneğin, duygusal olarak şok ve üzüntü, fiziksel olarak midede boşluk hissi, kalpte sıkışma, nefes darlığı, düşünsel acıdan inanmama, dikkat dağınıklığı ve davranışsal acıdan da uyku ve yeme bozuklukları vb tepkiler verebiliriz. İngilizcede yasın karşılığı olan “bereavement” kelimesi, orijinalinde “çalmak” anlamına gelen “berafian” kelimesinden türetilmiştir. Bu kelimenin daha sonradan “yas” yerine kullanılmasında ise “Sevdiğimiz biri ölünce hayatimiz bizden çalınmış gibi olur.” düşüncesi hakim olmuştur. Yas, bütün kültürlerde var olup evrensel bir olgudur. Kimi kültürlerde yas tutmak günlük yaşamın dışına çıkmayı gerektirirken; kimisinde ise spirituel bir anlam çıkarmaya sebep olur.
Bütün duyguların bir fonksiyonu olduğu gibi yasın da önemli bir fonksiyonu vardır. Örneğin, korku duygusu tehlikelerden kaçınıp hayatta kalmayı sağlarken, yas da kayıplarla vedalaşmayı ve hayata devam edebilmeyi sağlar. Dolayısıyla yas tutmak yaşanılan kayba karşı verilen doğal bir tepkidir. Ancak çoğu zaman insanlar sağlıklı yas sürecine mani olurlar. Ölen yakınlarının ya da kaybettiklerinin üstüne konuşmak istemezler. Çünkü bu çok acı vericidir. Ama bazen ölüm gibi çok gerçek ve yıpratıcı bir konu üzerinde düşünmek, onun hayatın doğal bir parçası olduğunu anlamak olumu kabullenmede faydalı olabilir.
Freud “Yas ve Melankoli” (1917) makalesinde kayıplarla vedalaşma surecine değinmiştir. Kayıp kelimesi bize ilk olarak ölümü çağrıştırır. Bir ilişkinin bitmesi de kayıptır. Yani ayrılığı da kayıp süreci olarak düşünebiliriz. Freud’a göre sağlıklı yas sürecinde kişi bir yas çalışması yapar. Bu süreçte benlik kaybedilen kişi ya da nesnenin artık var olmadığı hükmünü verir ve enerji bu kişi ya da nesneden geri çekilir.
Yas tutma sürecinin bazı aşamaları vardır. Ölüm ve yas konusunda çalışmalar yapan psikiyatrist Elisabeth Kübler-Ross’a (1969) göre yasın beş ana aşaması vardır. Bunlar: inkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenmedir. Herkesin kaybı kendine özgü olduğu için yas süreci de her insanda farklı olabilir. Bu nedenle kayıp yaşayan her birey bu aşamaları sırasıyla yaşamak zorunda değildir ya da bazı aşamaları yaşamayabilir. İlk aşama olan inkâr sürecinde, yaşam anlamsız ve boş gelmeye başlar. Yasın ikinci aşaması olan öfke iyileşme süreci için gereklidir. Her ne kadar bitmeyecekmiş gibi görünen bir öfkeniz de olsa onunla yüzleşmek için istekli olmak gerekir. Üçüncü yas sürecinde pazarlık yapmaya çalışırız. Kaybın öncesinde bir pazarlık vardır. En son aşama olan kabullenme, tamamen iyi olmak veya kayıpla barışık olmak değildir. Bu aşamada kaybedilen kişinin fiziksel olarak yokluğu kabul edilir. Bu durum kişinin hoşuna gitmez ama onunla yaşamayı öğrenmeye çalışır. Kaybedilenin yerini dolduramayız ama yeni ilişkiler kurmaya başlarız. Yeniden yaşama tutunmaya başlarız. Yeniden yaşamaya başlamak için yas sürecine gerekli olan zamanı tanımalıyız.