Osmanlı Döneminde Psikolojik Sağlık Uygulamalarında Mimari
Yazar Fatma Koçyiğit • Psikolog • 30 Kasım 2022 • Yorumlar:
Osmanlı döneminde de psikolojik sağlık uygulamalarında mimari, doğa, aroma terapi, sağlıklı beslenme ve müzikten faydalanılmıştır. Bunlar insan ruhunu besleyen, rahatlatan, bir nebze de olsa içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan çıkartıp farklı duygular yaşatan, hatıraların canlanmasına vesile olan, geçmiş ve geleceği bir arada yaşatan duygu durumlarına vesile olur.
“RUHUM kitaplarda yeni ile eskiyi aramasına ve/ Kılı kırk yarmasına rağmen idrak edemedi bir tekini dahi/ Gönlümde binlerce güneş yanarken/ Çözemedim tek bir zerrenin mânâsını dahi…”
Bu dörtlük, “İslâm dünyasının bilim insanları” denildiğinde akla ilk gelen isimlerden biri olan İbni Sina’ya aittir. “Avicenna” olarak Avrupa’da tanınan ve bilim tarihinde büyük öneme sahip bir isim olarak karşımıza çıkıyor İbni Sina. Onun hayatına baktığımızda, “Tek alana yönelik çalışmalar yapmış” veya “İlgisi sadece tıp alanına yönelik” diyemeyiz. Çok yönlü bir araştırma ve bilgi birikimine sahip biri karşımıza çıkmakta.
Milât’tan sonra 980 yılında İran’ın Buhara yakınlarındaki Efşene şehrinde doğan İbni Sina, tıp bilgisi sayesinde ün kazanmış olsa da diğer alanlara olan merak ve araştırma arzusu ile matematik, fizik, kimya, jeoloji, felsefe, şiir ve müzik alanlarında da önemli çalışmalar yapmıştır. Çok yönlü özelliği ve yaratıcı zekâsı, onu tarihin önemli dehaları arasına girmesine vesile olmuştur. Peki, bu bilim insanının çocukluğu nasıl geçmiştir? Hep araştırma ve bilgi peşinde mi koşmuştur?
İbni Sina da her çocuk gibi oyunu çok severmiş. Bir gün yine oyun oynarken, bir ihtiyar, “Sen çok akıllısın, ileride âlim olacaksın; sana oyun yaraşır mı? Derslerine çalış”der. Küçük İbni Sina şu cevabı verir: “Her yaşın belli bir hâli vardır. Çocukluğun yakışığı da oyundur. Her yaşın hakkı verilmelidir.”
Onun çocuk zekâsı ile vermiş olduğu bu cevap her zaman geçerliliğini korumaktadır. Zira çocukların dünyasına ancak oyun ile dâhil olabiliriz. oyun onların dünyaya açılan pencereleridir. Çocuklar, oyun sayesinde paylaşmayı, fikir üretmeyi, sorun çözme becerisini, iletişimi öğrenirler. Oyun, çocuğun işidir. Peygamber Efendimiz de “Yedi yaşına kadar çocuklarınız ile oyun oynayın” buyurmuştur. Belki yetişkinler için önemsiz görünebilir ama oyun, güzel bir öğretmendir.
Çocuklar ile yaptığımız görüşmelerde oyunun büyük bir yeri var. Terapi odasında yetişkinleri dinliyor, sorular yöneltiyoruz. Ama çocuklar ile iletişim aracımız “oyun”. Oyun sayesinde onların dünyasına açılan kapıyı aralıyoruz. Varsa sorunun kaynağını anlamaya çalışıyoruz.
“İbni Sina, “İbni Sina” olana kadar ne yapmış, nasıl çalışmış?” diye baktığımızda elbette bunu bu yazıya sığdıramayız. Çabası, gayreti ve bilgisi bu satırları aşar. Örnek ve ışık olsun diye bahsedebildiğimiz kadar bunu yazıya dökmeye çalışacağım…
İbni Sina çalışırken, usanma nedir bilmez bir yapıya sahip olmakla birlikte, kişisel çaba ile dönemin tüm bilgilerini edindiğini söylemekte ve çalışma yöntemini şöyle açıklamaktadır: (Mantık ilmine nasıl çalıştığını açıklarken der ki,) “Bir mesele karşısında şaşırıp kalınca camiye gider, namaz kılar, Allah’a yalvarırdım. Bunun üzerine benim için kapalı olan şey açılıverir, güçlükler kolaylaşırdı. Gece evimde kandil ışığında okur, yazardım. Uyku bastırınca veya kendimde bir zaaf duyunca kuvvet kazanmak için bir şey içer, sonra yine okumaya başlardım. Uykuya dalsam da yine o meseleyi düşünürdüm. Öyle ki, birçok mesele benim için uykuda çözülmüştür.”
Tıp alanında ise gözlem ve deney yönteminden yararlandığını söylemektedir: “Öğrendiklerimi hastalar üzerinde gözlemlerle tamamlıyordum. Deney ve gözlemden, kitap okumaktan daha çok yararlandım.”
Kişide gözlem yeteneğinin olması ve bunu bilgi ile harmanlaması isabetli sonuçlar verecektir. Bazen insan bir köşeye çekilip bir topluluğu sadece gözlemleyerek de onlar hakkında bilgi sahibi olur. Örneğin, kişilik testi uyguladığımızda sadece test sonucuna göre karar vermeyiz. Buna test bilgisi ve görüşme sırasındaki gözlem ve elde ettiğimiz bilgileri de ekleyip bir sonuç çıkarırız.
Kuşkusuz İbni Sina’nın büyük ünü, öncelikle başarılı bir doktor olması sayesindedir. Hocası, “Kuşyar” isimli bir doktordur. Onun yanında okuduğu tıp kitapları sayesinde kendini geliştirmiştir. 18 yaşına geldiğinde klasik tıp alanında oldukça bilgili hâle gelmiştir. Genç yaşta doktorluğa başlayan İbni Sina, Samani Hanedanından Nuh İbni Mansur’u tedavi etmiş, bu sayede saray kütüphanesini kullanma hakkına sahip olmuştur. Burada farklı disiplinlere ait öğretileri öğrenme fırsatını yakalamıştır.
İslâm dünyasının yanı sıra Avrupa’da da ününe ün katmasının nedeni, ansiklopedik bir eser olan “El Kanun Fi’t Tıb” (Tıbbın Kanunu) isimli eseridir. Yaklaşık altı yüzyıl boyunca Asya ve Avrupa’daki tıp okullarında etkili olan bu eser 5 ciltten oluşmaktadır ve Çin, Hint ve de Mısır’ın geleneksel tıp bilgilerini içermektedir. İbni Sina’nın tıp alanında yazdığı diğer önemli eseri ise Kalp İlaçları Risalesi’dir. Bu eser, kalp hastalıkları ile ilgili yazılmış, eczacılığa da yer veren monografik bir eserdir. Kalp ile ilgili genel teoriler ve ilaçların genel özellikleriyle başlayan, devamında kalp ilaçlarının ele alındığı ve alfabetik düzende hangi kalp hastalarına hangi ilacın kullanılması gerektiği belirtilmiştir.
İbni Sina’nın bir ruh hekimi olarak da çalışmalar yapması ilgi çekicidir. Her alanda araştırma yapma ve kendini geliştirme gayreti olan, yorulmak nedir bilmeyen, uykusunda bile sorulara cevap arayan biri olarak karşımıza çıkar. Ruh sağlığı alanındaki araştırmalarına göz attığımızda, ona göre insanı oluşturan iki unsur vardır: “Ruh ve beden”… Bu iki unsurun kendilerine özgü hastalıkları da vardır. Örnek olarak “melankoli”, ruha dair incelenmesi gereken bir konudur ve İbni Sina buna dair değerlendirmelerde bulunur.
İbni Sina, melankolinin “depresyon” tedavisi için şöyle bir yol haritası çizer: “Her hâlükârda hasta sevindirilmeli, eğlencelere katılmalı, mutedil iklimin hâkim olduğu yerlerde yaşamalı, kaldığı meskeni sık sık havalandırmalı, yattığı yer ve çevresine güzel kokular sürülmelidir. Gezerken ve otururken daima hoş kokular kullanmalı, iyi malzemeden yapılmış lezzetli ve hafif yemekler yemeli, mizacına uygun besinlerle bedenini güçlendirmeli, yemekten önce kısa bir hamam sefası yapmalı, başına ılık su dökmelidir. Hasta, aşırı terlemekten, baklagillerden, kuru etten, aşırı tuzlu, acılı, asitli, ekşi yiyecek ve içeceklerden kaçınmalıdır.”
Osmanlı döneminde de psikolojik sağlık uygulamalarında mimari, doğa, aroma terapi, sağlıklı beslenme ve müzikten faydalanılmıştır. Bunlar insan ruhunu besleyen, rahatlatan, bir nebze de olsa içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan çıkartıp farklı duygular yaşatan, hatıraların canlanmasına vesile olan, geçmiş ve geleceği bir arada yaşatan duygu durumlarına vesile olur.
İbni Sina’nın eğitimle ilgili düşüncelerine baktığımızda (yaşamış olduğu zamanı da göz önüne alarak) şu şekilde bilgiler aktarıyor:
“Eğitimin amacı, insanı, yeteneklerini en üst düzeye kadar geliştirip kendisini mükemmelleştirerek, dünya ve ahiret mutluluğuna erişmektedir. Bu süreç içinde kendisini bilen insan, Rabbini de bilir. Çocuğun eğitimi öncelikle ailenin görevidir. Çocuğun gelişiminde oyun ve oyuncak önem arz eder. Akıl, ruh, beden terbiyesi bu yolla daha kolay ve hızlı gerçekleşir. Çocuğun ilk temel eğitimi duygu, düşünce ve davranış geliştirme amacına yönelik ahlâk eğitimi olmalıdır. Bunun için kötü çevre ve ortamlardan uzak tutulup iyi bir çevre ve ortamda yetişmesi gerekir. Çocuk altı yaşına geldiğinde okula başlatılmalıdır. Eğitimde ödül ve övgü olmalı, ceza son çare olarak düşünülmeli; o da eğitici bir unsur olarak değerlendirilmelidir. Eğitirken ve öğretirken kolaydan zora, basitten karmaşığa doğru gidilmelidir. Çocuğa bir şey öğretirken bunu öyküler ile pekiştirmek, öğrenmeyi kolaylaştıran unsurlardır. Zengin çocuklarının özel ders alarak yetişmeleri pedagojik yönden doğru değildir. Arkadaşları ile aynı ortam içinde beraber yetiştirilmelidir. Meslek ve sanat eğitiminde her çocuk, kendi yeteneğine ve isteğine uygun alanlarda yetiştirilmelidir. Meslek erbabı olarak eğitimcinin alanı, belirli özellikleri gerektiren bir ihtisas alanıdır. Fıtrî kabiliyeti ve kapasitesi uygun olmayan kişiler eğitimci olmamalıdır.” (Fikriyat)
İbni Sina bizlere ve bizden sonrakilere altın değerinde, üzerinden kaç yıl geçmiş olsa da değeri azalmayacak ve kaybolmayacak bilgiler bırakmış.
Sağlıcakla kalın…