Otizm Spectrum Bozukluğu Olan Çocuklarda Taklit Gelişimi
Yazar Ayşe İlayda Mutlu • Dil Ve Konuşma Terapisti • 19 Temmuz 2019 • Yorumlar:
Taklit, gözlemlenen davranışların kopyalanması olarak tanımlanan bir erken dönem sosyal iletişim becerisidir. Taklit becerileri, hem taklit edilen eylemin gerçekleştiği vücut bölümüne göre ve hem de taklit edilen eylemin gerçekleştiği zamana göre sınıflandırılmaktadır. Alanyazında eylemin gerçekleştiği vücut bölümüne göre nesneli taklit (object imitation), motor taklit (motor imitation) ve ses taklidi (vocal imitation) olmak üzere üç tür taklit becerisinden söz edilmektedir. Nesneli taklit, nesnelerle yapılan eylemlerin taklit edilmesini içerirken, motor taklitler, nesne içermeyen vücut hareketlerinin, büyük-küçük kas motor eylemlerin ve jestlerin taklidini içeren taklit türüdür. motor taklitlerden oral motor taklitleri ayırmış ve ayrı bir taklit türü olarak ele almıştır. Oral motor taklitler, yüzde ağız bölgesi ile ilgili eylemlerin taklidini içermektedir (örn., dil çıkarıp ağzın iki yanına hareket ettirmek, öpücük hareketi yapmak). Ses taklitleri ise, anlamlı olan ve olmayan sözcükler ve seslerin taklitlerinden oluşmaktadır. Taklit edilen eylemin gerçekleştiği zamana göre, anında taklit becerileri (immediate imitation), gecikmiş taklit becerileri (delayed imitation) ve ertelenmiş taklit becerileri (deferred imitation) olmak üzere üç tür taklit becerisi bulunmaktadır. Anında taklit becerileri, gözlemlenen bireyin yaptığı eylemin aynısının, gözlemlenen birey ile eş zamanlı yapılması olarak tanımlanırken; gecikmiş taklit becerileri, gözlemlenen eylemin model alınan kişiden kısa bir süre sonra tekrarlanması olarak tanımlanmaktadır. Ertelenmiş taklit becerilerinde ise çocuğun önceden gözlemlediği eylemin aynısını, uzun bir süre sonra tekrar model olunmadan yapması söz konusudur.
Bebeklerin taklit becerilerini kazanmalarının, hem sosyal hem de bilişsel bakış açısına göre önemli bir gelişimsel basamak olduğu kabul edilmektedir. taklit ile sosyal etkileşimler arasında bir ilişki olduğunu vurgulamış, taklidin bebeklik döneminde karmaşık gözlemleri anlama ile karşılıklı sosyal iletişim olmak üzere iki işleve hizmet ettiğini belirtmiştir. Dolayısıyla taklit, bebeklik döneminde öğrenme ve sosyal iletişim amacı ile kullanılmaktadır. Taklit bebeklerin yeni davranışları öğrenmelerinde önemli bir araç olmasının yanı sıra, öğrenme için araç olma işlevini hayat boyu sürdürmektedir. Sosyal iletişim amaçlı yapılan taklitler, normal gelişen ve gelişim geriliği olan çocuklarda amaçlı iletişimin temel yapı taşlarından biridir.
Normal gelişim gösteren çocuklarda taklit, bebeklikte gelişimin erken dönemlerinde ortaya çıkmaktadır. Bebekler yüz-ağız bölgesi hareketlerini taklit etme şeklinde ilkel bir temsili yeterlilikle doğmaktadırlar. Bebekler 1-4. aylarda başkası tarafından taklit edilen kendi davranışlarını tekrarlar, 4-8. aylar arası daha önce spontan olarak ürettikleri davranışları tekrarlarlar. Amaçlı iletişimin başlaması ile birlikte, diğer bireylerin amaçlı varlıklar olduklarını anlamaya başlarlar. 12. ayda bu bilgiyi taklit bağlamında bir eylemi yapan kişinin ne yapmaya çalıştığı konusunda karar vermekte ve gözlemlediği eylemin hangi öğesini taklit edeceğine karar vermekte kullanırlar. Ortalama 18. ayda ise ertelenmiş taklit becerilerini kazanılmaya başlar.
OSB olan çocuklarda görülen sözel olmayan sosyal iletişimsel bozukluklarından biri de taklit gelişiminde yaşanmaktadır. Alanyazında OSB olan çocukların, taklit becerilerinde normal gelişen akranlarına göre sınırlılıklar yaşadıklarını, farklı gelişimsel geriliği olan çocuklara göre taklit performanslarının anlamlı derecede düşük olduğunu gösteren birçok çalışma bulunmaktadır. OSB olan çocuklarda taklit becerilerinin, hem normal gelişim gösteren hem de gelişim geriliği olan çocuklara göre sınırlılık yaşanan bir alan olması taklit becerilerindeki sınırlılığın OSB’nin belirgin özelliklerinden biri olduğunu göstermektedir. Charman ve diğerleri (1997), 20 aylık OSB olan çocukların, gelişim geriliği olan çocukların ve normal gelişim gösteren çocukların taklit becerilerini karşılaştırmışlar; sözel olmayan zeka yaşı kontrol altına alındığında OSB olan çocukların, hem normal gelişen hem de gelişim geriliği olan çocuklardan anlamlı derecede düşük taklit performansı gösterdiğini bulmuşlardır. Dawson ve diğerleri (1998), OSB tanılı, Down sendromlu ve normal gelişim gösteren çocukları alıcı dil zeka yaşlarına, iletişim puanlarına, Down sendromlu ve OSB olan çocukları kronolojik yaşlarına göre eşleştirmişler ve gruplar arası taklit davranışlarında farklılık olup olmadığını incelemişlerdir. Araştırmanın sonucunda OSB olan çocukların hem anında taklitte hem de ertelenmiş taklitte diğer gruplardan daha düşük performans gösterdiklerini bulmuşlardır. Hem Charman ve diğerlerinin (1997) hem de Dawson ve diğerlerinin (1998), araştırmalarında taklit becerilerini değerlendirirken yapılandırılmış ortamda bir nesneyle eylem yapmış ve nesneyi daha sonra taklit etmesi için çocuğa sunmuşlardır.
OSB olan çocuklar, gelişimsel geriliği olan çocuklarla karşılaştırıldıklarında da taklit becerilerinde sınırlılıklar göstermektedir. Rogers ve diğerleri (2003), yaptıkları çalışmada 26-41 aylık OSB olan çocukların taklit gelişimlerini normal gelişen, gelişim geriliği olan (Down sendromu, kromozomal bozukluklar ve gelişimsel gecikmesi olan çocuklar) ve Fragile X sendromu olan çocuklar ile karşılaştırmışlar, OSB olan çocukların taklit beceri puanlarının tüm gruplardan anlamlı olarak daha düşük olduğunu bulmuşlardır. Stone, Ousley ve Littleford ise (1997), 26-36 ay arası OSB olan çocukların taklit becerilerini zeka yaşlarına göre eşleştirilmiş normal gelişen çocuklarla ve zeka yaşı ile kronolojik yaş ve ifade edici dil puanına göre eşleştirilmiş gelişimsel geriliği olan çocuklarla karşılaştıran bir çalışma yapmışlardır. OSB olan çocukların taklitte gelişimsel geriliği olan çocuklardan anlamlı derecede düşük performans gösterdiklerini ileri süren araştırmacılar, taklitte görülen sınırlılıkların otizme özel bir bozukluk olduğunu iddia etmişlerdir. Rogers ve diğerlerinin (2003), Stone, Ousley ve Littleford’un (1997) ve Turan ve Ökcün-Akçamuş’un (2013) çalışmalarında yapılandırılmış taklit işlemleri kullanılmış ve bu çalışmalarda nesneli taklit becerileri, motor taklit becerileri, oral motor taklit becerileri değerlendirilmiştir. Bu çalışmaların sonucunda OSB olan çocukların tüm taklit alanlarında sınırlılıklar gösterdikleri bulunmuştur. Stone, Ousley ve Littleford (1997), çocukların motor taklit becerilerinde, nesneli taklit becerilerinden ve oyuncak tarağı masada yürütmek gibi anlamsız nesneli taklitlerde, oyuncak köpeği masada yürütmek gibi anlamlı nesneli taklitlerinden daha fazla zorlandıklarını bulmuşlardır. Taklit becerilerinde görülen sınırlılıklar taklit türlerine göre incelendiğinde ise, OSB olan çocukların nesneli taklit becerilerinde, motor taklitlerden daha yüksek puan aldıkları, anlamsız nesne taklitlerinde, anlamlı nesne taklitlerine oranla daha fazla zorlandıkları görülmüştür.
OSB olan çocuklar, kendiliğinden taklit becerilerinde yapılandırılmış taklit becerilerinden daha düşük performans göstermektedirler. Ingersoll (2008b), sözel olmayan zeka yaşlarına göre eşleştirilmiş normal gelişen çocuklar ile OSB olan çocukların, yapılandırılmış ortamda yapılandırılmış taklit becerileri ile doğal ortamda kendiliğinden taklit becerilerini karşılaştıran bir araştırma yapmıştır. Araştırmanın sonucunda, OSB olan çocukların her iki taklit türünde de normal gelişen çocuklardan daha düşük bir performans gösterdikleri bulunmuştur. OSB olan çocukların taklit türlerine göre performansları incelediğinde ise kendiliğinden taklit becerilerinde daha fazla güçlük yaşadıkları, bunun aksine normal gelişen çocukların her iki taklit türünde de benzer performans gösterdikleri bulunmuştur. Yapılandırılmış taklit ile kendiliğinden taklit becerileri farklı yeterlilikleri gerektirmektedir. Yapılandırılmış taklit işlemleri ile çocuk, kişisel bir amaç olmadan gözlemlediği eylemi yeniden üretmektedir. Taklidin çocuğun kendi isteği ile yapıldığı ve ortaya çıktığı durumlarda ise, çocuk çevresinde bulunan bütün davranış modellerinden kendi motivasyonu ile eşleşen birini seçmektedir. OSB olan çocukların kendiliğinden taklit becerilerinde, yapılandırılmış taklit becerilerinden daha fazla zorlanması, Quill’in (2002) OSB olan çocukların sadece eylemi taklit ettiği, eylemin içeriğini anlamakta sınırlılıkları olduğu yönündeki yorumunu desteklemektedir. Rogers ve Pennington (1991), taklidin duyguların paylaşımının ve zihin kuramının erken sosyal yeterliliğini oluşturduğunu öne sürmektedir. Bebekler, iletişim amaçlı neyi ve nasıl taklit edeceklerine karar verirken, gözlemledikleri bireylerin bağlam içinde amacını ve niyetini anlayarak ve davranışı yorumlayarak seçim yapmaktadırlar. Normal gelişim gösteren bebekler, gözlemledikleri davranışı ya da davranışın sonuçlarını basitçe tekrar üretmezler, gözlemlenen bireyin davranışını amaca yönelik olarak görürler ve bu süreçte tekrar edecekleri davranışı seçerler, uyum sağlarlar ve kendi davranışlarını da adapte ederler. Model alırken gözlemlenen bireyin amaçlı olmayan davranışlarını ayırabilirler ve aynı sonuca yönelik yeni davranışlar ortaya koyabilirler ya da tamamlanmamış, sonucunu gözlemleyemedikleri bir davranışın sürecini taklit ederek ortaya çıkabilirler. Bütün bu davranışlar ortak dikkat bağlamı içinde gerçekleşmektedir.
Sonuç olarak araştırmalar OSB olan çocukların taklit becerilerinde hem normal gelişim gösteren hem de gelişimsel geriliği olan çocuklardan daha düşük performans gösterdiklerini ve kendiliğinden taklit becerilerinde OSB olan çocukların yaşadıkları güçlüklerin daha da arttığını göstermektedir. Taklit becerileri erken dönem sosyal iletişim becerilerinden biridir ve iletişimsel bir eylem olmakla birlikte sosyal öğrenme için de gerekli bir beceri olarak kabul edilmektedir. Taklidin erken dönem bir sosyal iletişim becerisi olması ve dil gelişimi ile arasındaki ilişki OSB olan çocuklarda taklit becerilerinde yaşanan sınırlılıkların dil gelişimi açısından önem taşıdığını göstermektedir. OSB olan çocuklarda görülen taklit problemlerinin, sosyal ilişki kurma ve bu sosyal ilişkiler içinde öğrenme sürecindeki başlıca engellerden biri olduğu düşünülmektedir.