Psikoloğa Gitmeniz Ne İşe Yarayacak?
Yazar Zeliha Kasımova • Psikolog • 11 Aralık 2019 • Yorumlar:
Psikoloğa gitmenin iyi olduğunu, sıkıntıda olan kişi için bir "nefes alma" yolu olduğunu anlatmaya çalıştım. Fakat beyinlerde, belki de yıllardan beri yer etmiş, oturmuş, yerini iyiden iye benimsemiş bir düşüncenin üzerine daha çok gidilmesini ve onunla sistematik olarak çalışılmasını işaret ediyor bana İsveç’teki psikolog tecrübem. Yani, bunu sadece bir yazıda değil, her yazıda ele alarak ve hatırlatarak, okuyucuların sadece görmesini değil, algılayıp, benimsemesini de sağlamaktır hedefim.
Yukarıda bahsedilen düşünce hangisidir? “Ben DELİ MİYİM de psikoloğa gideceğim? Diyelim ki sıkıntımın baskısı ile ben gitmeye karar verdim, eşim ne diyecek, kaynanam, kayınpederim, çocuklarım, komşularım, hatta bu haber ya Türkiye’dekilere de ulaşırsa. ‘Bak gitti yaban ellere ve delirdi oralarda’ demezler mi? Ya eşim, ‘benim karı, psikologlara düştü, ondan hayır olmaz artık, ben iyisi mi başka birine bakayım’ demez mi?”
Tabi ki, bunlar korku dünyamızda gidebileceğimiz en uç noktalar, ama ne yazık ki gerçeklerin yansımasının ta kendisidir. Ve bu korkuların, bu kaçışların tek bir kaynağı, tek bir sebebi vardır o da “deli” damgasını yememek. Peki, bu değişmeyen, sarsılmayan ve taş gibi sabit düşünce nereden kaynaklanmaktadır? Belki de psikoloğun kim olduğunu, ona kimlerin gidebileceğini tam anlamamaktan veya anlamak istememektendir. Olayı sadeleştirip, basitçe anlatırsak şunları bilmekte fayda vardır. Kişi, psikolog unvanına sahip olabilmek için, üniversitelerin fen-edebiyat fakültesi, psikoloji bölümünde 4 yıl lisans tamamlamaktadır. Psikolog unvanı almış kişi, ona gelen kişilerle, görüşmeler yaparak, değerlendirme yapmaya ve belirli metod ve teknik kullanımı ile psikoterapi uygulamaya hak kazanmıştır. En önemlisi de, psikoloğun gizlilik prensibi içinde çalışmalarını yürütmesidir. Yani, görüşmeler esnasındaki konuşulan konular, yapılan çalışmalar bütünüyle o odanın duvarları arasında ve o iki kişi arasında kalmaktadır.
Psikoloğa gelen kişi, yani psikoterapiye tabi tutulan kişi, görüşmelerin ilkinde veya ikincisinde sıkıntı çekebilir. Sadece ona ait olanı, özelini bir başkasına anlatmak, bu profesyonel kişi dahi olsa, bir insanı darlandırır, rahatsızlık verebilir. Ancak daha sonraki görüşmelerde, aynı kişi kendisinin de yürütülen sürecin çok aktif bir katılımcısı olduğunu, aslında yaşadığı sorunlarının çözümünü de kendi içinde taşıdığını anlayınca, var gücünü kullanır ve psikoterapinin başarı lokomotifi kendisi olur.
Neden bunları anlatıyorum?
Şunun için, psikoloğa giden insan deli değildir. Aksine, kendini seven, kendinle ilgilenen ve kendini düşündüğü kadar çevresindekilerini de çok düşünendir. Çünkü bir insan, kendini iyi hissedip, kendine faydalı ise, çevresinde ona ihtiyaç duyanlara daha da çok faydalı olabilir ve tersi. Kendini iyi hissetmeyen biri ise, çevresine aksi, saldırgan, bıkkın bir tavır ile faydadan ziyade, kendi sıkıntısını istem dışı onlara aktararak, gergin bir ortamın başlıca nedeni olacaktır. Yapmayın! Sorunlarınız var ise, ne kendinize, ne de çevrenize "işkence" etmeyin! Bu konuda uzmanlaşmış, konusunun ehli olan kişiye, psikoloğa danışarak, kendinizi anlamanın, rahatlamanın yollarını öğrenin ve uygulayın ki siz de, aileniz de huzur bulsun. Çünkü, yine tekrar ediyorum psikoloğa giden deli değildir, psikoloji literatüründe de zaten deli diye bir kavram da yoktur. Psikiyatride, ağır psikiyatrik vakalar vardır, onlar da kliniklerde ilaçlı ve yatılı veya evde ilaç tedavisine tabi tutulurlar. Şunu da belirtelim, hatta altını kalın çizgi ile çizelim, psikiyatrik ilaç kullanan her insan da çok ağır psikiyatrik vaka anlamına da gelmez. Mesela, panik atak, ağır depresyon veya obsesyon vs, gibi vakalarda psikoterapi, psikolog ile görüşme, psikiyatristin uygun gördüğü ilaçların kullanımı ile birlikte yürütülmektedir. Yine tekrarlıyorum, kavram kargaşası olmasın diye, psikiyatrik ilaç kullanan her kişi, ağır psikiyatrik vaka değildir, yani halk dilinde "deli" dediğimiz kavram burada uygun olmamaktadır.
İlginizi çekmem gereken başka bir konu ise psikolog ile psikiyatristin görev tanımlarında, yani yaptıkları iş arasında, net bir ayırımın ve farkın olmasıdır. Psikoloğun, ilaç yazma yetkisi yoktur; psikolog, bilimi dahilinde ve psikolojik süreçleri tanımanın ışığında, danışanının düşünce tarzı, duygu ve davranışları ile belirli metodlar kullanarak ve belirli bir zaman diliminde, sürekli görüşmeler yaparak çalışmaktadır. Görüşme planı, psikoterapinin gidişatı, danışanın aktif katılımı ile yapılmaktadır. Psikolog da bilgi, teknik ve metodlarını bu planlamaya göre, kısaca kişinin özel durumuna ve ihtiyacına göre uyarlamaktadır. Psikiyatrist ise 6 yıl Tıp Fakültesi’nde doktor unvanı alıp, daha sonra da psikiyatri alanında uzmanlık yapan kişidir. Kişilerin psikiyatrik sorunlarına ilaçlı tedavi ile müdahale etmektedir.
Sanırım, konular yeterince netleşti. Ben sadece şunu söylemek istiyorum ki, korkularınız yersiz! Gelin sıyrılın onlardan; sıyrılın ki, buna cesaret edip yapamayanlara da öncülük ederek, kendini sevenlerin sayısının artmasına yardımınız olsun!
Psikoloji en önde gittiği bu çağımızda, bu bilimin sağladıklarından kendinizi mahrum etmeyin. Alnı dik, göğsünü gere gere "psikoloğum şunu dedi", "çocuğumu psikoloğuna götürdüm" denilen Türkiye’miz bizlere örnek olsun. Neredeyse her insanın, kendi psikoloğu olduğu anavatanımızda, biz burada bu özlem ve yalnızlık içinde neden korkularımıza sırtımızı dönüp, yürekli bir şekilde psikoloğumuza merhaba demeyelim ki? Kaldı ki, psikologlar da insan ve her insan gibi onlar da sorunlarına tarafsızca bakılmasına ihtiyaç duyduklarında, başka bir psikoloğun, başka bir değişle meslektaşının yardımına ihtiyaç duymaktadırlar.
İnsanlığımızı unutmamak, çağımızın getirilerine önem ve iç dünyamızın sesine kulak vererek yaşamamız dileğiyle!