Ruh Sağlığının 16 Boyutu
Yazar Meltem Kurutaş • 12 Ağustos 2024 • Yorumlar:
Nancy McWilliams, psikolojik sağlık üzerine yaptığı bir konuşmasında ruh sağlığının 16 boyutunu ele alıyor. Bu yazıda konuşmanın özet halini bulabilirsiniz.
Öncelikle, bu 16 boyutu kategorik olarak düşünmemeliyiz. "Bende var" ya da "Bende yok" diyebileceğimiz şeyler değil. Hepimizde belli ölçülerde var. Daha iyi olduğumuz ve daha geliştirmeye ihtiyaç duyduğumuz alanları fark edip, bunlar üzerine çalışabiliriz.
-
Sevme Kapasitesi: Burada kastedilen monogam ve heteroseksüel bir ilişki kurup evlenmek ya da çocuk sahibi olmak değil; en az bir kişiyle yakın ve otantik bir ilişki kurabilme yetisidir.
-
Çalışma Kapasitesi: Sadece bir iş sahibi olmakla sınırlı değil, daha geniş bir kapsamda ele alınıyor. Her ne yapıyorsak yapalım, üretken hissetmemiz ve yaptıklarımıza anlam atfedebilmemiz bu kapasitenin göstergesidir. Günümüzde en büyük problemlerden biri de bu: Bazen yapılan işe anlam atfetmek, önemli bir değer sunduğunu hissetmek veya yapılan işle ya da kazançla tatmin eden bir yaşam sürdürmek mümkün olmayabiliyor.
-
Oyun Oynama Kapasitesi: Eğlenmek için sembolik aktivitelerde bulunabilmek. Şarkı söylemek, dans etmek gibi çeşitli oyunlar düşünebiliriz. Ancak günümüzde oyun oynayan rolünden seyirci rolüne geçtik. Artık oyun oynamıyor, oyunları izliyoruz. Panksepp, oyunu memelilerde bir dürtü ve ihtiyaç olarak değerlendiriyor. Memeli hayvanlar, bir gün boyunca boğuşma oyunlarından (rough and tumble) mahrum bırakıldığında, ertesi gün iki katı daha fazla oynamaya ihtiyaç duyuyorlar. Bu bulgu ve gözlemler, Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) hakkında önemli bir anlayış kazandırabilir. Yapılandırılmış ve planlı oyunlar, video oyunları, bilgisayar ve tabletler, oturarak ders dinleme, çocukların organik oyun ihtiyaçlarından mahrum kalmalarına sebep olabiliyor."
-
Güvenli Bağlanma: Yaşamın erken dönemlerinde çocuğun bakım vereniyle kurduğu bağlanma ilişkisi, yetişkinlikteki ilişkilerini de etkiler. Bağlanma stilleri hayat boyu tutarlılık gösterir. Ancak derin bir bağ kurulan uzun süreli bir ilişki ve yoğun bir psikoterapi çalışması, kişilerin ilişkilerinde daha çok güven duymalarına ve daha az kaygı ve kaçınma göstermelerine önemli ölçüde katkı sağlar.
-
Otonomi (Sense of Agency): Günümüzde otonomi kavramı, sanki hiç kimseye ihtiyaç duymamamız gerekiyor gibi bir algı yaratabiliyor. Ancak hepimiz, diğer insanlarla ilişki kurmaya ve onlardan destek almaya ihtiyaç duyarız. Burada kastedilen, kişinin kendi hayatı üzerinde kontrol sahibi olması ve kendi kararlarını alabilmesidir.
-
Mutlu Olma ve Acıyı Tolere Etme Kapasitesi: Başımıza sadece iyi şeyler gelmez. Travmalar, kayıplar, engellenmeler ve başarısızlıklar yaşarız. Bu yaşantıları kucaklayabilmek önemli bir kapasitedir.
-
Kimlik Entegrasyonu: Kim olduğumuza dair tutarlılık hissetmekle ilgilidir. Kendimizle ve başkalarıyla ilgili çatışmaları kabul edebilmek ve hem olumlu hem de olumsuz yönleri bir arada tutabilmek bu kapasiteye işaret eder. Farklı zamanlarda, farklı mekanlarda ve farklı rollerde kimliğimizin sürekliliğini hissetmek, yani çocuklarımızla vakit geçirirken de işte çalışırken de, yalnız kaldığımızda da kendimizin farklı yönleriyle bağlantıyı sürdürebilmek kimlik entegrasyonuyla ilgilidir. Kimlik entegrasyonunun bir diğer önemli noktası da kişinin bedeniyle olan ilişkisidir. Bedenle kopuk bir ilişki, bedeni kesmek, yakmak veya aç bırakmak bu alandaki zorluklara işaret eder. Daha güncel bir bağlamda da tüketim kültürü bedenin nesneleştirilmesine yol açabiliyor. McWilliams, New York'un zengin bir banliyösünde liseden mezun olan genç kadınlar için en yaygın mezuniyet hediyelerinden birinin göğüs implantı veya göğüs küçültme ameliyatı olduğunu belirtiyor. Bu, bedeni kabul etmek yerine mükemmelleştirme düşüncesi bedeni nesneleştirmenin bir boyutu olarak düşünülebilir.
-
Ego Gücü: Karşılaştığımız stresli ya da travmatik durumlara nasıl tepki veriyoruz? Uyumlu davranışlar gösterebiliyor muyuz? Baş edebiliyor muyuz? Bu, ego gücümüzle ilişkilidir. Hayatın ilk 5-6 yılında yeterince iyi bir ailede ve çevrede büyümenin travmalara karşı bir bağışıklık kazandırdığı düşünülse de savaş gibi yoğun ve uzun süren travmalar ego gücünü sarsabilir ve dayanıklılık kapasitesinin azalmasına neden olabilir. Daha önce savaş nevrozu olarak adlandırılan bu durum, günümüzde travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) olarak adlandırılıyor.
-
Gerçekçi ve Güvenilir Bir Özgüven: Önceki dönemlerde özgüvenle ilgili temel problem insanların sert bir süperegoya sahip olmasıydı. Kendilerine karşı daha serttiler. İyi olmadıklarını düşünüyorlar, kötü düşüncelere sahip oldukları için kendilerini eleştiriyorlardı. Terapistler de o dönemde, daha çok sert süperegoları yumuşatmaya çalışıyordu. Günümüzde ise bu tam tersine çevrilmiş durumda. Sanki özgüvenli olmak mükemmel olduğunu ya da her şeyi doğru yaptığını düşünmekle ve bunun arkasında durmakla eş değer. Aileler çocuklarını bu anlayışa göre yetiştiriyor; kişiler özgüvenlerini bu anlayış üzerine inşa ediyorlar. Ancak ilk durum gibi ikinci durum da özgüven sorununa işaret ediyor. Bir çocuğa neden 100 alamadın da 70 aldın diye sormak özgüven problemi yaratabilir. Ancak sürekli ve aşırı övgü, ödüllendirme, hiç eleştirmeme ya da olumsuz bir geri bildirim vermemek de özgüven problemi yaratabilir. Çocuğun gerçek bir içsel deneyim yaşamasını engelleyebilir. Neyi iyi neyi kötü yaptığını ayırt edemeyebilir ve boşluk hissedebilir.
-
Değerler: Kendi iç dünyamızı koruyarak, toplumla ve diğer insanlarla birlikte yaşamamızı ve onları gözetmemizi sağlayan değerleri takip etmemiz, iyi oluş halimiz ve toplumsallığımız için oldukça önemlidir. DSM’de antisosyal kişilik bozukluğu, dışsal kriterlere göre tanılanır. Antisosyal kişilerin pişmanlık duymaması dışında, içsel deneyimleri kapsayan kriterler yer almaz. Bu durum, sanki hapishanelerdeki mahkumların hepsi antisosyaldir gibi bir algı oluşturuyor. Ancak antisosyal kişilik, kaos, istismar ya da ihmalin çok yoğun olduğu bir çevrede büyümek, bağlanacak güvenli bir öteki olmadığı için kendi gücüne bağlanmakla karakterizedir. Hapishanelerdeki bazı mahkumlar sevme ve bağlanma kapasitesine sahiptir. Yoksullar ya da azınlıklar gibi alt kültürlerde antisosyal kişilik bozukluğu tanısı yüksek oranlarda konabiliyor. Bu durum tanı sistemindeki sorundan kaynaklanmaktadır. DSM’de antisosyal kişilik, davranış bozukluğu teşhisi, yasal sorunlar, okulda disiplin suçları gibi dış kriterlere göre tanımlanır. Zengin kişilerin sahip olduğu gücü düşünürsek bu gibi sonuçlarla karşılaşmamalarının çok muhtemel olduğunu tahmin edebiliriz.
-
Duygu ve Düşünce Toleransı ve Regülasyonu: Farklı duyguları deneyimleyebilmek, korkmadan ve harekete geçmeden bir duygusal deneyimden diğerine esnek bir şekilde geçebilmek bu beceriyle ilişkilidir.
-
İçgörü: İnsanların kendilerini ve diğer insanları anlama kapasitesini ifade eder. Psikoterapi sürecinin de önemli bir bileşenidir. Örneğin üniversiteye başladıktan kısa bir süre sonra burada kilo almaya başladığını fark eden ve “Yediklerimi kusuyorum, sanırım yeme bozukluğu geliştirmeye başladım” diyebilen bir kişi yaşadığı zorluğa dair bir içgörüye sahiptir. Ancak banyoda yediklerini kustuktan sonra ev arkadaşının fark etmesi ve terapiye gitmesi konusunda ısrar etmesiyle terapiye başlayan, herkesin neden bu duruma bu kadar tepki verdiğini anlamadığını, bu şekilde kilosunu kontrol etmeyi annesinden öğrendiğini söyleyen bir kişinin yaşadığı durumla ilgili yeterince içgörüsü olmadığını söyleyebiliriz. Terapinin süresi, hedefleri ve nasıl ilerlediği de bu noktada farklılaşabilmektedir.
-
Başkalarını Zihinselleştirme: Diğer insanların da bir öznelliği olduğunun farkına varmayı ifade eder. Bazı insanlar, başlarına gelen her şeyin kendilerine yönelik bir kasti davranış olarak algılayabilirler. Örneğin, bir anne 9 aylık çocuğuyla ilgili "Bu bebek beni nasıl sinir edeceğini biliyor" dediğinde, bebeğin varoluşunu kabul etmekte zorlandığını ve bu sebeple kişiselleştirdiğini düşünebiliriz. Ödipal evrenin önemi de bu becerinin kazanıldığı döneme tekabül etmesinden gelir. Çocuk, her şeyin onunla ilgili olduğu benmerkezci bir aşamadan, diğer insanların varoluşlarını ve öznelliklerini kabul ettiği bir aşamaya geçer.
-
Savunma Mekanizmalarının Esnekliği: Savunmalar katı bir şekilde kullanıldığında karakter zırhı olarak ifade edilir. Yoğun stres altında insanlar en favori savunma mekanizmalarını kullanırlar. Bu noktada bir esneklik kazanabilmek işlevsellik ve iyi oluş için oldukça önemlidir.
-
Denge: İlişkili olma hali ve bağımsız olma hali arasında bir dengeyi sağlamayı; hem derinden bağ kurabilmenin hem de yalnız kalabilmenin mümkün olduğu bir durumu ifade eder. Alman filozof Schopenhauer'ın tanımladığı kirpi ikilemi, yakın ilişkilerde dengeye dairdir: "Soğuk bir gecede kirpiler ısınmak için bir araya gelir, ancak yakınlaştıklarında dikenleri birbirine batar ve birbirlerinden uzaklaşmaya başlarlar. Uzaklaştıklarında ise üşürler ve tekrar bir araya gelirler. Ta ki üşümeyecek kadar yakın, dikenleri birbirine batmayacak kadar uzak mesafeyi alana kadar."
-
Kabul: Ruh sağlığı, sadece sorunları çözmek veya semptomlardan kurtulmakla ilgili değildir. Hayatımızda değiştiremediğimiz şeyler vardır ve ruh sağlığı, bunları kabul etmek, yasını tutup hayata devam etmekle de ilgilidir. Örneğin bir engellilik durumunun sebep olduğu fiziksel kısıtlamalar kişinin cinselliğini etkileyebilir. Ancak, tüm ömrü bu duruma sızlanarak geçirmek geride yaşanamamış bir hayat bırakır. Yas tutma kapasitemiz var ve değiştiremeyeceğimiz şeyler için buna yaslanabiliriz.