Sağlıklı Beslenme
Yazar Ahmet Gökhan Kırtunç • Akupunktur Uzmanı • 23 Mayıs 2018 • Yorumlar:
Obezite (aşırı kilo), günümüzde gerek kendisi ve gerekse yol açtığı komplikasyonlar açısından en önemli sağlık problemlerinin başında gelmektedir. Son yıllarda, bütün dünyada ve özellikle endüstrileşmiş ülkelerdeki çocuk ve erişkinlerde obezite giderek daha sık görülmektedir. Ülkemizde de, yapılan bir araştırmada yetişkin kadınların %33 ‘ünün kilolu, %19’nın obez olduğu bildirilmiştir.
Kilo sorunu olanların genellikle ilk yaptıkları, kalori kısıtlamasına göre hazırlanmış diyetleri uygulamaktır. İnternete girildiğinde yüzlerce diyet bulunabilir. Bu diyetlere Yo-Yo diyet deniyor. Ancak bu diyetlerin sizin için uygun olup olmaması, ciddi bir sorundur. Aç kalarak veya düşük kalorili diyeti uyguladığınızda başlangıçta kilo veriliyor, ancak bir süre sonra beyinde “vücut kıtlık içinde “ algılaması oluşuyor ve beyin metabolizmayı yavaşlatıyor. Bir miktar kilo verilse bile, normal yemek alışkanlıklarına geçer geçmez, beyinden hemen “vücut tekrar kıtlığa girebilir” mesajı geliyor. İşte yemeklere saldırıp, sürekli yemek yeme duygusu da böyle gelişiyor. Sonuçta diyetle verilen kilolar, diyet bırakıldıktan sonra fazlasıyla geri alınıyor. Yapılan birçok çalışmada, kalori kısıtlamasına dayalı diyetlerin çok tehlikeli olduğu bilimsel olarak gösterilmiştir. Öyleyse ne yapmalıyız ? Bunu açıklamadan önce, vücudumuzdaki enerji ihtiyacının ne şekilde düzenlendiğinden kısaca bahsetmekte fayda var.
Vücudumuzun gün içindeki ihtiyacı olan enerjiyi, başlıca üç hormon düzenler. Bunlar İnsülin, Leptin ve Glukagon hormonlarıdır. Ağzımıza bir lokmayı alıp çiğnemeye başladığımız anda, kan şekerimiz ve kan insülinimiz birlikte yükselmeye başlar. Kan şekeri, insülin hormonu etkisi ile günlük olarak yaşantımız için gerekli olan enerjiyi sağlar.Yemek yedikten ortalama 2-2.5 saat sonra kandaki insülin hormonu ve şekerimizin düzeyleri giderek düşmeye başlar.Yediğimiz herhangi bir gıdadan sağlanan enerji, ihtiyacımızdan çok fazla ise, bünyemiz yükselen kan şekerinin hepsini yakıt olarak kullanamaz. Bu durumda insülin hormonunun ikinci görevi devreye girer.
Yemek yedikten aşağı yukarı 2-2.5 saat sonra vücudumuza enerjinin sağlanması amacıyla bu sefer pankreastan glukagon hormonu salgılanır. Glukagon hormonu da karaciğerimizde önceden depolanmış yedek şekerin kana geçmesini ve yakıt olarak kullanılmasını sağlar. Karaciğerdeki depo miktarı fazla değildir, kısa sürede tükenir. Normal ve sağlıklı şartlarda herhangi bir gıda yemeden ve acıkmadan 4-5 saat geçirebilmemiz; bu hormonların düzenli, yeterli ve etkili bir şekilde uyum içinde çalışmaları sonucu olmaktadır. Yemekten 2 saat sonrasına kadar insülin hormonunun, bundan 2 saat sonrasına kadar da glukagon hormonunun etkisi devrededir.
Bu zaman zarfında yani yemekten 4 -5 saat sonra ağzımıza bir lokma koymadan normal yaşantımızın devam etmesi amacıyla “Leptin hormonu” adında bir hormon salgılanmaya başlar.Leptin hormonunun görevi, vücudumuzun çeşitli bölgelerinde önceden depolanmış yağları yıkarak, vücudumuza gerekli olan yakıtı ve dolayısıyla enerjiyi sağlamaktır. İşte bu nedenle kilo verebilmemiz yani birikmiş olan yağlarımızın yakıt olarak yıkılması ve enerji sağlayabilmesi için leptin hormonunun salgılanması şarttır. Sık sık bir şeyler yediğimizde, kan şekerimizle birlikte insülinimizde yükselecektir. Bu alışkanlık devam ettiği sürece kan insülinimiz devamlı yüksek kalacaktır. Yiyeceklerle ihtiyacımızdan fazla aldığımız şekerde, yüksek olan bu insülin sayesinde depoya gönderilecektir. Sonuç olarak kilomuzda artacaktır. Bu süreç devam ettiği müddetçe kalıcı kilo vermemiz imkansızdır.
Depo edilmiş yağları enerji olarak kullanmak için ya fizik aktiviteyi arttıracağız ya da leptin hormonunun görevini yapmasına olanak sağlayacağız. Leptin hormonunun tokluk hissi verme, açlığımız bastırma, yediklerimizin yeterli olup olmadığını beynimize iletme gibi çok önemli görevleri vardır. Normal fizyolojik koşullarda, gündüzleri her bir lokmadan sonra insülin hormonu salgılanır. İnsülin hormonu, beyaz yağ hücrelerinden leptin hormonunun salgılanarak depo edilmesini sağlar. Leptin hormonu beyaz yağ hücrelerinde yeterince depo edilince, fazlası kana geçer ve bu da pankreastan insülin yapımını durdurur. İnsülin hormonunun salgılanması engellenince, kan şekerinin yağ olarak depolanması da duracak, kan şeker düzeyi azalmayacak ve tokluk hissi devam edecektir.
Geceleri leptin hormonunun en fazla salgılandığı saatler 02-05 arasıdır. Akşam geç yemek yenmediğinde leptin hormonunun salgılanmasını da sağlamış olur. Bu hormonun en iyi salgılandığı zaman, rahat ve derin uyku anlarıdır. Sık sık bir şeyler atıştırmamız sonucunda, insülin hormonunun sürekli olarak salgılanması Leptin hormonunun da sürekli olarak salgılanmasına neden olur. İnsülin ve Leptin hormonlarının dolaşımda uzun süre yüksek olarak kalması, bütün dokularda bulanan insülin ve Leptin hormonlarının komutlarını algılayacak olan hücrelerin, bu hormonların komutlarını işitemez hale gelmesine neden olur. Bunun sonucu Leptin hormonu pankreasta bulunan hücrelere etki edemez ve insülinin salgılanmasını engelleyemez.
Leptin hormonunun mesajını algılayamayan pankreas hücreleri insülin salgılamaya ara vermeden devam edeceğinden yağların depolanması sürekli olarak devam edecektir. Bu duruma bilimsel olarak “insülin ve Leptin direnci” adı veriliyor. Diğer bir deyişle “Hiperinsülinemik hastalık” diyoruz. İnsülin ve Leptin direnci olan kişiler sık sık acıkır ve devamlı olarak “acıkma” ya da “doyamama” korkusu içinde yaşarlar.