''Seven İnsan Kıskanır!'' Mı?
Yazar Cansu Yurtseven • Psikolog • 8 Mayıs 2020 • Yorumlar:
Kıskançlık; ilişkiyle birlikte kendini var eden ve toplum tarafından sevginin ayrılmaz bir parçası olarak görülen bir duygudur. Kıskançlık duygusunun altında, önemsenen bir kişinin kaybedilmesinden duyulan korku ve ilişkinin bozulmasına ya da yitirilmesine yönelik kaygı yer almaktadır. Aynı zamanda kişinin ilişkisini korumak ve sürdürmek amaçlı verdiği korku ve acı temelli de bir duygudur.
“Seven insan kıskanır.” Yargısı nesilden nesile aktarılan bir önyargı olarak karşımıza çıkar. Kişi, yaşadığı yoğun kıskançlık duygusunun makul açıklaması olarak sunar bunu. Peki gerçekten sevgiyle mi alakalı kıskançlık? Yapılan araştırmalar gösteriyor ki kıskançlığın sevgiyle bağlantısı oldukça düşük. Çünkü kıskançlık bünyesinde hem sevgiyi hem de nefreti barındırıyor. Böyle güçlü bir nefret barındıran bir duygu yalnızca sevgiyle alakalı olamaz. Yani diyebiliriz ki; kıskançlık sevginin göstergesi değil, gölgesidir.
Kıskançlığı derinlemesine inceleyecek olursak kökenleri çocukları ve ergenlik dönemine kadar dayanan, kişinin bireysel dinamikleriyle alakalı bir duygudur. Yani bireyin küçük düşmüş, yetersiz ya da çaresiz hissettiği bir döneme gecikmeli bir tepki olarak da kendini gösterir. Kişinin bireysel kimliği ve benlik saygısıyla yakından ilişkilidir.
Sosyo-kültürel yaklaşıma bakacak olursak; kıskançlık sosyal ve kültürel bir olgudur. Birey yaşadığı toplumda öğrendiği kurallara ve gözlemlediği tutumlara dayanarak kıskanmayı öğrenir. Bireyin seçici içselleştirme yoluyla, kendisine bakım veren kişileri model alarak da kıskançlığı öğrendiği ve bu tutumu geliştirebildiği gözlemlenmiştir.
Yoğun kıskançlık duygusu barındıran bireyler genellikle bu durumu, ilişkilerini korumanın ve sahip çıkmanın bir yolu olarak nitelendirirler. İlişkiyi korumanın yollarını değerlendirecek olursak; bu, daha fazla paylaşım, özveri ve anlayış isteyen bir yolla sağlanabilir. Ancak kıskanç bireyler bunu kızarak, küserek, tehdit ederek ya da zor kullanarak yaparlar. Tehditle ya da baskıyla partnerin kendisine bağlılığını sağlamaya çalışır. Fakat sadakat tehditle değil, sevgiyle sağlanır. Kıskançlık sonucu yapılan kontrol ve baskı içeren tüm davranışlar yalnızca partnerin uzaklaşmasına sebep olur ve korumak için verdiğimiz çaba ilişkinin yitirilişiyle son bulur.
Aynı zamanda kıskanç bireyler devamlı kendilerine bir rakip bulma ve onunla rekabet etme eğilimindedir. Burada da durum partnere atfedilen sevgiden çok, kişinin bireysel yetersizliği, değersiz ve kusurlu olduğuna dair beslediği inancıyla kendi kendine var ettiği rakiplerdir. Rekabet ettiği kişiye karşı kendini daha aşağıda hissetme eğilimi kişiyi onu yenmeye zorlar. Ancak sorun genellikle rakip değil; sorun, bireyin içsel süreçleridir. Bu durum bir döngü haline gelerek kendini devamlı yeniden doğurur. Kişi, bu rakipleri elediğinde rahat edeceğine inansa da, kendisiyle alakalı çözümlenmeyen süreçler onu tekrardan bir rakip bulmaya itecek ve daima kendini bu yorucu savaşın içinde bulacaktır.
Kıskançlığı incelediğimiz zaman cinsiyet ve ilişki türleri arasında da farklılıklarla karşılaşmaktayız. Kadınların duygusal, erkeklerin ise cinsel aldatmaya yönelik daha fazla kontrol müdahalesi gerçekleştirdiği; kadınların erkeklere göre, bekarların ise evlilere göre daha fazla kıskançlık tepkileri gösterdiği saptanmıştır. Yapılan araştırmalara göre evli bireylerin daha az kıskanç tepkiler vermesi ilişkisel doyuma ulaştıklarını, ilişkilerinin daha güvende olduğunu ve artık karşı tarafa sahip olma inancıyla daha az kaygı barındırdıkları sonucunu vermektedir.
Kıskançlığın sebeplerini inceleyecek olursak; üç başlıca faktöre dayandırabiliriz. Öncelikle bireyin kendine, kendi özüne dair olan güvensizliği, yetersizliği ve değersizliği gibi faktörler düşük benlik saygısını etkilemekte ve kıskançlık duygusunun temellerini oluşturmaktadır. İkinci bir faktör kişinin geçmişine dayanan ve bugününü etkileyen kaybetme ya da terk edilme korkusudur. Bu kişiler geçmiş yaşantılarında terk edilmeyi bizzat yaşamış ya da bunun korkusuyla büyümüş olabilirler. Genellikle tutarsız, istikrarsız, ani çıkışları, öfke patlamaları olan bakım verenlerle büyümüş olma ve ebeveynlerle güvenli bağlanmayı kesintiye uğratan yaşantılara maruz kalma ihtimalleri olasıdır. Buna maruz kalan bir çocuk ebeveynlerini ya da bakım verenlerini kaybetme kaygısını yoğun bir şekilde yaşar. Büyüyüp bir yetişkin olduğunda ise çözümleyemediği bu kaygı peşini bırakmaz ve partnerini kaybetmemek adına yoğun bir kontrol çabasına girebilir. Diğer faktör ise güvensizliktir. Güvensizlikde ebeveynlerinin ya da bakım verenlerinin kötüye kullanımına maruz kalma, ebeveynlerin şüpheci ve güvensiz tutumlarını model alma, evhamlı, şiddet uygulayan, güven sarsan, zarar veren tutumlarla büyüme ve devamlı diğerlerine güvenilmez olduğuna dair uyarılarla yetişme gibi faktörler kişideki güvensizlik algısını oluşturabilir ve bu algı kurulan ilişkilere kıskançlık olarak yansıyabilir.
Kıskançlığın çözümü için ise bireylere çokça görev düşüyor. Öncelikle unutmamak gerekir ki ilişkilerde sorun olan durum kıskançlıktan çok kıskançlığa karşı verilen tepkilerdir. Bu yüzden kişinin öncelikle düşünceleri sonucunda doğan davranışlarını değerlendirerek bir süzgeçten geçirmesi gerekmektedir.
Kıskançlığın sevginin ölçütü olduğu yargısının değiştirilmesi de etkili yollardan bir tanesidir. Eğer sevgi, göstermek istiyorsanız bunu kıskançlık yoluyla değil, doğrudan ve olumlu tutumlarla göstermeniz daha kolay ve sağlıklı olacaktır.
Kıskançlığın çözümü için kişinin fark etmesi gereken noktalardan bir tanesi ve kişilerin en çok yanılgıya düştüğü nokta da, ilişkide “ben”leri yok ederek “biz” olamayacağıdır. Kıskançlık devreye girdiğinde ise kişi karşısındakinin kendisinden ödün vermesini beklemekte, onun bunu yapabilmesi için de önce kendinden ödün vermektedir. Ancak sağlıklı “biz” in içinde bir tane “ben”, bir tane de “sen” olmalı. Partnerimiz için kendimizden, değerlerimizden vazgeçmek ya da onu vazgeçirmeye çalışmak yerine “ben” leri koruyarak “biz” olmaya çalışılmalıdır. En güçlü “biz” bu şekilde ayakta durur.
Kişinin kıskançlığının altında yatan nedeni bulması da neyi çözmesi gerektiğini gösterecektir. Kıskançlığın yoğun yükünden, verdiği acı, korku ve kaygı hissinden kurtulmak isteyen kişilerin öncelikli amacıdır nedeni keşfedebilmek. Unutmamak gerekir ki nedenler değişmezse, olaylar; olaylar değişmezse sonuçlar değişmez.
Eğer tüm bunlara rağmen kişi yine de kıskançlık duygusunun verdiği yükten, kaygı ve korkudan kurtulamıyor, tüm çabalarına rağmen hem kendine hem de ilişkisine zarar vermeye devam ediyor ve sırf bu yüzden tüm değerlerini kaybetmek durumunda kalıyorsa, öncelikle hedefi psikolojik destek almak olmalıdır.