Sevginin Kişilik Gelişimine Etkisi
Yazar Seda Arı Üzer • Psikolog • 21 Şubat 2022 • Yorumlar:
Hazırlamış olduğum bu derlemede “sevgi” konusunu incelemek için, farklı kuramlara değindim. Derlemenin girişi Freud ve Maslow’ un sevgi kuramlarıyla başlayıp gittikçe anne-çocuk arasındaki sevgiye doğru yol alacaktır. Bu derlemedeki amacım anne-çocuk arasındaki sevgi bağının çocuğun kişilik gelişimindeki rolünü göstermeye çalışmaktır.
-
Sigmund Freud
“Freud sevgiyi “cinsel içgüdünün yansıması ve yüceltilmesi” olarak ele almaktadır. Freud’a göre yaşam içgüdüsü (Eros), ölüm içgüdüsü (Thanatos) ve libidinal enerji, insan sevgisinin kaynağıdır. Eros içgüdüsünün başat olduğu ruhsal durumlarda, cinsellik egemen olmaya başlamakta ve aşk, sevgi, cinsel doyum, temas gereksinmeleri ortaya çıkmaktadır.” (Freud 1968, Aktaran: Özen, Gülaçtı 2010)
Freud’un sevgi kavramı aşk, cinsel doyum, temas gereksinimlerini karşılamaktadır.
-
Abraham Maslow
Maslow’ un ihtiyaçlar hiyerarşisinin üçüncü basamağında yer alan sevgi ve ait olma gereksinimi fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçlarının karşılanmasından sonra ortaya çıkan bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacın karşılanamaması durumunda kişiler kendini terk edilmiş ve yalnız hisseder. Bu da onların acı çekmelerine neden olur. Maslow’ a göre iki farklı sevgi türü vardır. Bunlardan biri varlık sevgisi diğeri ise eksiklik sevgisidir. Maslow öncelikle eksiklik sevgisinin doyurulması gerektiğini söyler.
“Hayatta kalabilen, yaşamını sürdürebilen insan artık sevilmek, ait hissetmek, kabul görmek istiyor. Dünya insanının en çok takıldığı yer işte burası: üçüncü basamak. Milyarlarca insanın karmaşa yaşadığı yer. İnsan ihtiyaç duyduğu sevgiyi bulmakta zorlanınca kabul görmek için farklı yollara başvurabiliyor. Spor müsabakalarındaki holiganlar, terörist gruplarına katılan genç insanlar ya da çıkarı olmadan suça ortaklık edenler politik gençlik kollarına katılıp kitle suçlarına dâhil olanlar ya da önüne gelen erkekle birlikte olup bir süre sonra insel istismara uğrayan kadınlar… Hepsi ait olmanın açlığında neye ait olduklarını dikkat etmeden kabul görmeye çalışan üçüncü basamak tutsaklarıdır.” (Kohen 2015)
-
Harry Stack Sullivan
Sullivan, bireylerin tek başına incelenmemesi, kişilerarası ilişkileri dâhilinde incelenmesi gerektiğini düşünmüş ve kişilerarası psikanaliz kuramını geliştirmiştir.
Sullivan: “ Kişilik sadece kişiler arası durumlarda görünür hale gelir.” (Sullivan 1938, Aktaran: Mitchell, Black 2014 )
Sullivan’ ın sevgi nesnesi hakkındaki sözü: “Hasta ile oturup sevgi nesnesiyle ilişkisindeki güncel olaylara dair hatırlayabildiklerinden olası en fazla şeyi elde etmek isteriz.” (Sullivan 1938, Aktaran: Mitchell, Black 2014 )
Sullivan, hastasıyla sevgi nesnesi arasında ne tür olaylar yaşandığını ayrıntılarıyla araştırmıştır. Örneğin; partneriyle sorun yaşayan bir kişide, kişinin erken dönem yaşantısındaki etkileşimlerini de incelemiştir. Sorunu araştırırken şu soruların cevabını bulmaya çalışmıştır.
-
Partneri ile arasında ne olmuştur?
-
Kişi sevgiyi yıkmayı nasıl öğrenmiştir?
-
Kişi bu şekilde mi sevilmişti?
-
Erken çocukluk dönemindeki onun için önemli kişilere bu şekilde mi ulaşabilmişti?
Sullivan, bebeği tam bir huzur ile gerilim arasında gelip giden biri olarak tasvir etmiştir. Bebeğin fiziksel, zihinsel ve duygusal ihtiyaçlarının karşılanmasında bebek ve bakım verenin karşılıklı doyum yaşamasına bütünleştirici eğilimler adını vermiştir.
Sullivan, bebeklerin bakım verenin duygu hallerine duyarlı olduğunu, bebeklere bakım verenin duygularının empatik bağlantı ile geçtiğini düşünmüştür.
Sullivan kaygıya önem vermiştir. Kaygılı bir durumda bebeğin doyum ihtiyaçlarının karşılanması bakımından bütünleşmeyi engellediğini düşünmüştür. Bebeğin kaygılı olduğu durumlarda; beslenme, uyuma ve kucaklamada problem yaşanırken, erişkinlik döneminde kaygı; düşünme, öğrenme, duygusal yakınlık kurma, cinsel performans, iletişim kurma gibi alanlarda problem yaratır.
Sullivan kaygıyı iki adımda incelemiştir. Birinci adımda bebek, bakım verenin(anne) duygularını empatik bağlantıyla hissettiği için anne kaygılı olduğunda kötü anne, kaygısız olduğunda iyi anne olarak adlandırır. Kaygının ikinci adımında ise bebek iyi ya da kötü anneden hangisinin geleceğinin kendisiyle bağlantısı olduğunu fark eder. ‘İyi anne’ geldiğinde ‘iyi ben’ gelişirken, ‘kötü anne’ geldiğinde ‘kötü ben’ gelişir.
Sullivan obsesifliğin; aşağılanma ve yoğun kaygıya bağlı bir savunma olduğunu düşünmüştür. Obsesiflerin ailelerinde ikiyüzlü ilişkilerin olduğunu ve obsesiflerin, aileleri tarafından fiziksel ve duygusal şiddetle birlikte sevgi de gördüklerini gözlemlemiştir. Onlara uygulanan fiziksel ve duygusal şiddetin, sevgiden ve ilgiden olduğu anlatılmıştır. Obsesifler bu zıt durumlar karşısında kafaları karışmış kişilerdir. Bu kişiler başkalarıyla duygusal ilişkiye girmekten korkarlar. Çünkü geçmiş deneyimlerindeki kafa karışıklıkları onların girecekleri ilişkilerde kötü ve çaresiz hissettireceğine dair beklentiye sokmuştur.
Geçmiş ilişkilerinde acı ve aşağılanma yaşayan kişilerin güncel ilişkilerinde kendilerini korumak için güvenlik operasyonlarını geliştirdiklerini söyler.
-
Melanie Klein
Klein’ in çalışmaları çocuk psikanalizine dayanmaktadır. Klein, çocuğun ilk nesne ilişkisine yani annenin memesi ve annesiyle ilişkisine çok önem vermiştir.
İçgüdüsel itkiyi “kendini seven, sevilen (iyi)” ya da “kendinden nefret edilen ve yıkıcı (kötü)” nün bütüncül birleşimi olarak görmüştür.
Klein; erken dönem yaşantının tarifinde sevgi dolu ile nefret dolu yönelim arasında gidip gelen bir ego tasvir etmiştir. Bu iki zıt grubu meme üzerinden anlatmıştır.
“Sevme ve koruma itkisinin” içinde; sevilebilir ve seven nesnenin imgesi vardır. Bebek, ihtiyacı olan besini, sütü ihtiyaç duyduğu anda aldığında kendisini sevgi içerisinde yüzüyor hissedip, memeye sevgisini yansıtır. Onun sevgi dolu bir “iyi meme” olduğunu düşünür ve sever. İyi meme için “şükran” duyar.
“Nefret etme ve yıkma itkisinin” içerisinde; nefret dolu ve nefret eden nesne imgesi vardır. Bebek ihtiyaç duyduğu besini ihtiyaç duyduğu anda alamadığında, kendisini kötülüğe uğramış hisseder. Meme onun için kötü niyetlidir. Onu kötü bir sütle zehirleyip ardından terk etmiştir. Bebek bu memenin “kötü meme” olduğunu düşünür ve ondan nefret eder, bunun sonuncunda memeye karşı “haset” duyar
“Çocuğun memeyle ilk ilişkisine bir hüsran ve doyumsuzluk öğretisinin karışması kaçınılmazdır, çünkü mutlu bir beslenme bile doğum öncesi anne-çocuk birliğinin yerini tutmaz. Üstelik çocuğun tükenmeyen ve her zaman orada olan bir memeye duyduğu özlem de sadece açlıktan ve libidinal arzulardan kaynaklanıyor değildir. Çünkü yaşamın ilk evrelerinde bile, annenin sevgisinden her an emin olma ihtiyacının asıl kaynağı kaygıdır. Yaşam ve ölüm içgüdüleri arasındaki mücadele ve bunun hem benliğin hem de nesnenin yıkıcı itkilerce yok edilmesine yol açacağı korkusu benliğin anne ile ilk ilişkilerinde belirleyici olur. Çocuk arzularken önce memenin sonra da annenin kendisindeki bu yıkıcı itkileri gidermesini ve onu zulmedilme kaygısının acısından kurtarmasını arzulamaktadır.”(Klein 2016)
İyi meme, koruyucu-onarıcı etkiye sahipken; kötü meme, yıkıcıdır. Bu iki nesnenin arasındaki herhangi bir karışıklık iyi memenin yok olmasıyla da sonuçlanabilir. Bu bebek için bir felakettir. Çünkü kötü memenin saldırılarına karşı koruyacak iyi meme artık yok olmuştur.
Klein, yaşamın ilk yıllarında iyi-kötü nesne arasındaki ilk örgütlenmeye “paranoid-şizoid” konum adını vermiştir. “Paranoid; dışarıdan gelen istila edici bir kötü niyetten korkmaya, merkezi bir zulüm kaygısına karşılık gelir. Şizoid; merkezi savunmaya: bölmeye [splitting], seven ve sevilen iyi memenin nefret eden ve edilen kötü memeden etkin biçimde ayrılmasına gönderme yapar.”( Mitchell, Black 2014)
Klein için ikinci örgütlenme “depresif konum”dur. Çocuğun tüm nesnelerle kurduğu ilişkide hem sevginin hem de nefretin birlikte olduğu ileri bir aşamadır. Çocuk bu aşamada sevgisinin nefretinden üstün olduğunu, sevgisiyle nefretinin yaratacağı yıkıcılığı telafi edeceğine inanır. Böylece nesnelerini bütün halde tutabilir.
M. Klein’ e Göre Hasede Karşı Geliştirilmiş Savunma Biçimleri
-
Haset tüm güçlülüğü yadsımayı ve bölmeyi güçlendirir.
İyi-kötü nesne arasındaki normal bölünmenin başarısızlığı kafa karışıklığı yapabilir. Bu kişiler ileriki dönemlerinde; ağır zihinsel bozukluklar ya da daha hafif olan kararsızlıklar yaşayabilir.
-
Hasede karşı savunma çoğu zaman bozma ve kirletme ile nesnenin değersizleştirilmesi biçimini alır.
Örneğin; analiz sırasında hastaya uygulanan yüzleştirme tekniği, hastada suçlanıldığı ve değersizleştirildiği hissine neden olabilir.
-
Diğer bir savunma olan benliğin değersizleştirilmesi; depresif tiplere özgü bir savunmadır.
-
Hasede karşı koymak için başvurulan diğer bir savunma açgözlülüktür. Bebek memenin içindeki tüm iyiliği kendi hasedinden korumak için açgözlü bir biçimde içselleştirmek ister. Bu aynı zamanda hasede karşı yenilmişliğin bir tohumudur.
-
Başka bir savunma yöntemi ise kişinin kendi içinde yaşadığı hasedi kendi iyi talihiyle başkalarını kışkırtmaya çalışır. Böylece haset dolu durumu tersine çevirmiş olur. Bu durum kendi içinde suçluluğa ve sahip olduklarından zevk alamamaya neden olabilir.
-
Diğer bir savunma nefretin sevgiden üstün gelmesiyle sevgi duygularının bulunmasıdır. Çok kullanılan bir savunmadır. Sevginin nefretle birleşmesinin sonucu olan suçluluktan daha az acı verir. Bunun sonucunda olan kaygılara karşı Klein “eyleme koyma” nın geliştiğini düşünmüştür. Bununla ilgili nörotik ve psikotik hastaların analizlerini incelemiştir.
-
“Şizoid ve paranoid özelliklerin arttığı durumlarda hasede karşı kullanılan savunmalar başarılı olamaz. Çünkü nesneye yönelik saldırılar zulmedilme duygusunun artmasına yol açar. Bu da ancak yeni saldırılarla üstesinden gelinebilecek bir durum yaratır. Başka bir deyişle yıkıcı itkiler güç kazanır. Böylece hasede karşı koyma yeteneğinin zedelenmesine yol açan bir kısır döngü ortaya çıkar. Özellikle şizofrenik vakalarda görülen bu durum tedavilerinde karşılaşılan güçlü nedenlerinden biridir.” (Klein 2016)
-
Depresyon ve suçluluk sevilen nesneyi koruma hasedi sınırlama isteğinin ifadesidir.
-
W.R.D. Fairbairn
İngiliz Nesne İlişkileri Okulunun temsilcilerinden biridir. İnsanların haz arayıp acıdan kaçındığını söylerken; “ insanların kendilerini neden mutsuz ettiklerini” araştırmıştır.
Fairbairn’e göre libido nesne arayışındadır. İnsanlar doyum ararken gerilme azaltmaya çalışırlar. Bunun içinde kendi aralarında iletişim kurarlar.
Fairbairn’ in tasarladığı bebek, çevre ile etkileşim haldedir. Ebeveynlerinin kendilerine sunmuş olduğu temas biçimi ile ebeveynlerine bağlanırlar. Bu onlara öğrenilmiş bir bağlanma modeli oluşturur. Başkalarıyla bağlantı kurarken de bu örüntüyü kullanırlar. Örneğin; çocuk, ebeveynleriyle kurmuş olduğu ilişkiden haz alırsa başkalarıyla iletişim kurarken ve etkileşim sağlarken önceki ilişkisinden öğrenmiş olduğu “haz” arayışına girer. Çocuk, ebeveynleriyle kurmuş olduğu ilişkide acı verici deneyimler yaşarsa, onlar tarafından istismar edilmişse başkalarıyla iletişim kurarken de acıyı arar hale gelir. Fairbairn, çalışmalarında çocukların ebeveynleriyle kurmuş olduğu ilk ilişkilerin ördek yavrularının yumurtadan ilk çıktıklarında güdümlendiği gibi çocuklarında güdümlendiğini düşünmüştür.
Fairbairn’e göre sağlıklı ebeveynlik çocuğun başkalarıyla kuracak olduğu iletişimi gerçekçi temas ve alışverişle sağlanacağını, çocuğun gerçek insanlara yönelimi ile sonuçlanacağını düşünmüştür.
-
D.W.Winnicott
İngiliz Nesne İlişkileri Okulunun ikinci büyük temsilcisidir. Çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanıdır. Bebekleri ve annelerini incelemiştir.
Winnicott sevgi hakkında ; “Bir bebek sevgisiz beslenebilir, ancak gayrı şahsi bir muamele olarak sevgisizlik, yeni özerk bir insan yavrusu yaratmakta başarılı olamaz.” (Freud 1971, Aktaran: Mitchell, Black 2014)
Winnicott erişkin hastalardaki sahte kendilik bozukluğunun nedenini bebeklik dönemlerindeki annesi ile etkileşimine bağlamaktadır. Bu etkileşimde istismarcılık ya da ağır yoksunluk değil annenin bebeğinin ihtiyacını karşılamak için verdiği tepkileridir. En önemli şeyin annenin bebeğini beslemesi değil bebeğine gösterdiği sevgidir. Winnicott bebeğin erken dönem yaşantılarının kişiliğini etkilemesi açısından önemli görmüştür. Bebeğin kişiliğini etkileyen en önemli etkenlerden birinin annenin bebeğe sunduğu ortam olduğunu düşünmüştür. Anne yeterli bir ortam hazırlayamadığında bebekte “sahte kendilik bozukluğu” nun çıktığını ve bunun çevresel yetmezlik hastalıkları olduğunu düşünür.
“Yeterince iyi annenin” bebeğinin ihtiyacını duyduğu iyi bir çevrenin sağlamasına olanak kılan süreci “birincil annelik meşguliyeti” olarak belirtmiştir. Buna bazı kaynaklarda “birincil annelik deliliği” de denilmektedir. Bu süreçte anne kendisiyle ilgili istekleri bir kenara bırakarak bebeğin ihtiyaç ve arzularının doyumu üstünde yoğunlaşır. Annenin bebeğin ihtiyaçlarını nasıl karşıladığı çok önemlidir (örneğin memenin sunuluşu). Bebek ne isterse hemen olduğu için “tüm güçlülük” hisseder. Bebeğin anneye ihtiyaç duyduğu anda annenin orada olması, ihtiyaç duymadığında da olmaması eşit miktarda önemlidir. Winnicott buna “kucaklayıcı çevre” adını vermiştir. Winnicott’a göre annenin kucaklayıcı çevreyi yeterince iyi oluşturmadığında çocuklarda psikolojik gelişimlerinde aksama görmüştür.
Yeterince iyi anne, çocuğunun oyun oynayarak kendiliğini geliştirmesine fırsat verirken; yeterince iyi olmayan anne, çocuğu uyum sağlamak ve yüzleştirmek zorunda olduğunu düşündüğü dünyayla karşı karşıya bırakır. Bu da çocukta kaygıya neden olur. Gelişiminin ve kendiliğinin oluşumunu kısıtlar.
Winnicott’a göre oyun gerçek hayatın bir provasıdır. Çocuklar oyun oynayarak hayatı öğrenir.
-
Erik H. Erikson
Kimlik ve kendilik psikolojileri üzerine çalışmıştır. Erikson yaşamın birinci evresi olan temel güvensizlik evresinde şunları söylemiştir: “Bu dünyaya iyi bir genetik yapı, sevgi dolu ebeveyn, hatta onu kucağına alıp sevmek için hazır bekleyen büyükanne ve büyükbabalar ile gelen bebek şanslıdır. Temel güven olmadan bebeğin hayatta kalmayacağı gerçeğini kabul etmek zorundayız.”(Erikson 2014)
Erikson için birinci evrenin en önemli yanı bebekleri bu evrede anneleriyle güvenli ilişkiler kurmalarıdır. Bu güvenin de sevgi ile olacağını kendi sözleriyle belirtmiştir. Bebek annesiyle güven bağını kuramadığında güvensizlik yaşamın diğer alanlarına bulaşabilir, kişiyi sevgi ve dostluktan yoksun bırakabilir. Güven bağını kuramayan kişiler ileriki yaşamlarında kendi becerilerine güvenemez hale gelebilir. Beden güçten düşebilir. Kişi umutsuzluğa kapılabilir. Basit aktivitelerde zorluklar yaşayabilir. Tüm bunların gerçekleşmesi yaşlılık döneminde kişilerin çökkün hissetmesine neden olur.
-
Otto Kernberg
Kernberg içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin ağır kişilik bozukluklarının anlaşılmasında önemli olduğunu düşünmüş, farklı görüşleri kapsamlı bir biçimde bir araya getirmiştir.
Kernberg’ in gelişimsel modeli; bebeğin yaşamının erken dönemlerinde iki duygulanımsal durum arasında gidip geldiğini düşünmüştür. Bunlar “hoşnutluk” ve “hoşnutsuzluk” tur. Hoşnutluk bebeğe haz verirken; hoşnutsuzluk bebeğe acı verir. Doyuma ulaşan bebek halinden hoşnutken kendini haz veren bir çevrede hisseder. Doyuma ulaşmayan bebek ise hoşnut değildir. Kendisini engellenmiş hissedip gerilimle dolar, acı verici bir çevrede hapsedildiğini hisseder.
-
Kernberg için ilk gelişimsel görev; kendilik imgelerinin nesnel imgelerden ayrılmasıdır. Bebek bunu başaramadığı durumda ayrı ve bağımsız güvenilir benlik duygusu oluşmaz. Kendilik imgeleri ve nesnel imgeler arasında net bir ayrım olmaz. İçsel-dışsal alan arasında güvenilir sınırlar gelişmez. Bu gelişimsel görevdeki başarısızlık psikotik (sanrı, halisünasyon, şizofrenik semptomlar, ruhsal parçalanma…) durumların temelidir.
-
Kernberg için ikinci gelişimsel görev; başarılı bir şekilde bölmenin üstesinden gelinmesidir. Nesnel ve kendilik imgelerinin ayrılımından sonra duygulanımsal olarak da ayrışma olur. “İyi, seven kendilik imgeleri ve iyi, doyum veren nesne imgeleri olumlu (libidinal) duygulanımla bir arada tutulurlar ve olumsuz (saldırgan) duygulanımlarla birbirine bağlanmış kötü, nefret dolu kendilik imgelerinden kötü ve engelleyen nesne imgeleri ayrılır. Bebek hem iyi hem kötü, doyurucu ve engelleyici olan ‘bütün nesneler’ yaşantılama becerisi geliştirdiğinde bu gelişimsel olarak normal bölmenin üstesinden gelmiş olur. Nesne imgelerinin bütünleşmeleriyle eş zamanlı olarak kendilik imgeleri de bütünleşir. Şimdi kendilik hem iyi hem kötü, seven ve nefret eden olarak yaşantılanan bir parça olarak hissedilir.” (Mitchell, Black 2014)
İyi ve kötünün bir araya gelmesiyle sevgi ya da nefretinin tekil yoğunluğu hafifler. Bu aslında Klein ‘in kuramının geliştirilmiş halidir. Kernberg’ e göre ikinci gelişimsel görevi gerçekleştiremeyen bebeklerin ileriki dönemlerinde “sınırdurum” kişilik bozukluğu çıkabilir.
Kernberg’ in üçüncü gelişimsel basamağı ise üst düzey kişilik gelişimidir. Burada kendilik-nesne sınırlarının sağlam olduğu ve nesne ve kendilik imgelerinin bütünleştirilmiş olduğu evredir. Kernberg bu evrede sorun yaşayan kişilerin “nevrotik” sorunlar yaşayacağını düşünmüştür.
Kernberg’ e Göre Kişilik ve Sevgi İlişkilerinin Patolojisi
Kernberg’ e göre kişiliğin özü içsel nesne ilişkilerinin gelişmişlik düzeyidir.
-
“Kernberg’ in sevgi ilişkileri şemasında en ağır bozukluğa sahip bireyler, sevgiyi ve cinselliği kendi ile öteki arasında düzenli sınırlar oluşturma ve sürdürme becerilerinin olmayışı bağlamında yaşantılarlar. “ (Mitchell, Black 2014)
Ağır bozukluğa sahip kişilerde sevgi ve cinsellik ilişkilerinde normal olarak kabul edilen; kişisel dokunulmazlıktan yakınlığa giden bir ilişki ortaya çıkmaz. Bu kişilerin ya ötekilerle hiç ilişkisi yoktur ya da bütüncül bir iç içelik vardır. Bu durum Kernberg’ in geliştirmiş olduğu kuramın ilk gelişimsel evresindeki ketlenmede ortaya çıkar.
-
“Kernberg ‘ e göre sınırdurum yelpazesindeki bireyler sevgi ve cinselliği, iyi ve kötü nesne ilişkilerini tek, karmaşık bir ilişkide bütünleştirme beceriksizlikleri bağlamında yaşantılarlar.” (Mitchell, Black 2014)
Sınırdurum bozukluğu olan bireylerde cinsellik iki uçludur. Genellikle cinselliğin sapkın ve vahşi nitelikleri üzerinde yoğunlaşıp yakın ve yumuşak nitelikleri ile onu rahatsız ettiği için bütünleştirilmesi engellenir. Bunun da kuramla bağlantısını kuracak olursak Kernberg ikinci gelişimsel evredeki başarısızlığın sonucu olduğunu düşünür.
-
“Sevgi ve cinselliği içeren nevrotik düzeydeki sorunlar Kernberg’ in sisteminde klasik itki-savunma çatışmaları açısından anlaşılırlar. Nevrotik hastalar, kendilik nesnesi ayrımlaşmasını gerçekleştirmiş ve bölmenin üstesinden gelmişlerdir. Bütün nesnelerle kurdukları ilişkide bütünleşmiş bir kendilikleri vardır, güçlükleri itkilere ilişkin çatışmalarla bağlantılıdır.” (Mitchell, Black 2014)
Nevrotik kişilerde gelişimin ilk iki aşaması sağlıklı tamamlanırken üçüncü basamakta Kernberg, Freud’ un klasik itki-savunma kuramını geliştirmiştir. Kernberg’ in geliştirdiği bu kuramda cinsellik merkezdedir ama nedensel değildir. Burada cinsellik kendilik-nesne ilişkilerinden oluşmuştur. Kernberg bunu şöyle vurgular: “ Cinselliği canlı tutan ve sonsuz cinsel doyum için potansiyeli sağlayan şey içselleştirilmiş ve dışsal nesne ilişkileridir.” (Kernberg 1980, Aktaran: Mitchell, Black 2014)
Freud’ un klasik itki-savunma kuramında libidinal ve saldırgan dürtüler çatışma halindedir. Kernberg de buna katılmaktadır. Libidinal itkilerin çocuksu cinsel amaçlarla dolu olduklarını, tehlikeli ve anti-sosyal yaşantılandıklarını düşünür. Saldırgan itkilerin ise tehlikeli olduklarını, bunun nedeninin de ikinci gelişimsel aşama olan bölmenin üstesinden gelindikten sonra sevilen nesnelere yöneltilmiş olmasıdır. Bunlardan dolayı bir üst gelişimsel evrenin sağlıklı başarılamamasından üçüncü basamakta nevrozlar oluşur.
Sonuç olarak hazırlamış olduğum bu derlemede psikoloji kuramlarının gelişimine bağlı olarak sevgi kuramının Freud döneminde aşk ve cinsellikten başlayarak Maslow’ un gereksinimler hiyerarşisindeki öneminden bahsederek genel bir giriş yaptım. Sullivan’ ın kişilerarası psikoloji kuramının temelini oluşturan anne ve bebek arasındaki sevgiden gittikçe Klein ile nesne ilişkileri kuramına başlangıç yapıp Fairbairn ve Winnicott’ un nesne ilişkileri kuramlarındaki anne ve bebek sevgisi üzerine yoğunlaştım. Erikson’ un kimlik ve kendilik psikolojisindeki sevginin önemine değindim. Son olarak da Kernberg’ in birçok kuramı bütünleştirip kapsamlı bir şekilde bir araya getiren sevgi kuramı ile derlememi tamamladım.