Sigmund Freud ve Aşkın Psikolojisi
Yazar Rojda Çelik • 3 Nisan 2024 • Yorumlar:
Aşk şairlerin uydurmasıdır, demiştir Ursula K. Le Guin Malafrena adlı romanında. Peki, şairlerin anlam yüklemeleri sonucu mu aşk insan hayatında bu kadar değerli olmuştur, yoksa aşkın insan hayatında bu kadar değerli olması mı şairleri yazmaya yöneltmiştir. Bu soruların cevabını bilmemekle beraber gelin Freud’un “Aşkın Psikolojisi” kitabını inceleyerek bu konuya ışık tutmaya çalışalım.
Freud denince hemen hemen herkesin aklına cinsellik gelir. Çünkü psikoloji ile ilişkili çoğu kavramı cinsellik temelinde açıklamıştır. Aşk kavramı da bunlara dâhildir.
Freud’un yaşadığı dönemde cinsellik, toplumun ahlaki değerlerinden dolayı baskıya maruz kalıyordu. Evlenmeden yaşanan cinsel birliktelikler hoş karşılanmıyor ve ayıplanıyordu. Cinsellikten açıkça söz etmek bile mümkün değildi. Bu durumun getirdiği cinsel eğitim yetersizliği hem erkek hem de kadının yaşantısında zorluklara neden oluyordu. Günümüzde de bu durumun geçerliliğini koruduğunu biliyoruz. Özellikle gelişmemiş ve gelişmekte olan toplumların cinsellik tabusunu uzun yıllar kıramayacağı su götürmez bir gerçek.
Freud’un nevrozların oluşması kuramına göre kısıtlanmalar, yasaklanmalar ve tatmin edilememiş isteklerin olduğu durumlarda ruhsal yapı olumsuz etkilenmektedir. Erişkinlikte yaşanan sorunların temelinde çocukluk yıllarındaki kısıtlanma ve yasaklanmaların olduğunu, bunun sonucunda tatmin edilememiş cinsel dürtülerin yanlış yerlere yöneldiğini psikanalitik çalışmaları ile göstermiştir Freud. En bilinen kavramlarından olan oidipus kompleksini bu çalışmalar sonucu ortaya atmıştır. Peki, bu kavramın aşk ile ilişkisi nedir?
Freud’a göre oidipus kompleksi yaşayan erkek çocuğu, annesinin babası ile cinsel birliktelik yaşamasını kıskanıp, annesinin cinselliğini fantezilerinde yaşatırsa ileride farklı sonuçlar ile karşı karşıya gelmesi kaçınılmaz olur. Eş seçiminde annesi ile benzerlik şartı arayacak olan bu kişiler, cinsel tatmine ulaşamayıp cinsel işlev bozukluklarına kadar varan olumsuzluklar yaşayabilmektedirler. Cinsel tatmini ancak aşağıladıkları, sevgi ve sadakat hissetmedikleri kadınlarla sağlamaktadırlar. Bu tipleri Freud şu cümleyle özetlemiştir: “Sevdikleri zaman arzulayamazlar, arzuladıkları zaman ise sevemezler”.
Kadınların aşk nesnesi seçiminde ise babanın rolü büyüktür. Fallik dönemde babaya düşkünlüğü başlayan küçük kızlar, babadan istediği ilgiyi göremeyince hayal kırıklığına uğramaktadırlar. Hele erkek kardeşi varsa ve annesi tarafından ilgi görüyorsa bu durum penis kıskançlığını doğurmaktadır. Erkek kardeşi penisi olduğu için annesi tarafından ilgi görüyor ama kendisi penisi olmadığı için babası tarafından ilgi görmüyor, düşüncesine kapılmaktadır. Adler’in erkeksi protesto kavramının gerçekleşme ihtimalinin yüksek olduğu bu durumda, kız çocukları çoğu zaman erkek gibi davranmaktadırlar. Zamanla kız çocuğunun cinsler arasındaki anatomik farkı algılaması, onu erkeklikten uzaklaştırarak, kadınlığın gelişimine yol açan yeni bir çizgiye girmeye zorlamaktadır. Penis arzusundan vazgeçer ve bunun yerine çocuk arzusunu koymaya başlar. Bu amaçla bundan böyle babasını sevgi nesnesi yapacak ve annesi ise kıskançlığının nesnesi olacaktır. Ensestin yasak olduğu bilgisini edinecek ve eş seçiminde baba şefkatini ön plana koyacaktır. Bu şekilde hem legal bir birliktelik yaşamayı hem de küçükken babasından göremediği ilgiyi ve şefkati eşinden görmeyi amaçlamaktadır.
Sonuç olarak Freud’a göre de aşk şairlerin uydurmasıdır. Aşkın Psikolojisi bize bunu göstermektedir.
Teşekkürler,
Rojda ÇELİK