Silik İzlerin Peşinde: Türkiye'de Psikoloji Tarihi
Yazar Cemre Ayhan Sönmezgil • Psikolog • 26 Aralık 2019 • Yorumlar:
Konu tarihe geldiğinde tarafsız olmak neredeyse mümkün değildir. Tarih yazımı izini sürdüğümüz bilginin ele alınmasını ve aksettirilmesini etkileyecektir. Türkiye'de psikoloji tarihi de bu durumdan payını almaktadır ve literatüre bakıldığında az ama farklı tarih yazımlarına rastlanmaktadır. Bu yazıda psikolojinin bir bilim olarak Türkiye'de gelişiminin izlerini takip etmeye ve dönemin sosyal ve siyasi olaylarıyla ilişkiselliğini anlamaya çalışacağım.
Bulunduğumuz coğrafyada psikolojinin kökleri Osmanlı İmparatorluğu'na dayanıyor diyebiliriz. "Emcaz u Ekalim" denen ilk psikoloji derslerinin Aziz Efendi tarafından Ramazan boyunca halka açık alanlarda verildiği biliniyor. Bu dersler Darülfünun-i Osmani'nin 1869'daki açılışından önceye denk düşüyor. O dönemde, 19. yüzyılda, Osmanlı ulus devlet modelini oluşturma çabaları ve çevredeki Müslüman halk ile gayrimüslim halkı entegre etme uğraşı içinde. Aziz Efendi tarafından verilen derslerin içeriği tam olarak bilinmese de dönemin koşullarından ve etimolojiden yardım alarak tahminde bulunulabilir. "Ekalim" bölge, memleket anlamına, "Emcaz" ise mizaç, huy anlamına gelmektedir. Bunlar göz önüne alındığında bu derslerin, Osmanlı'nın halkları entegre uğraşı için bir araç görevi gördüğü iddia edilebilir. Daha ileriye gittiğimizde, 1872'de, psikoloji teriminin Hoca Tahsin tarafından Psikoloji Yahut İlmi Ahvali Ruh isimli kitabında kullanıldığını görüyoruz. Hoca Tahsin bu kitabında ruh ve İslami yorumlar arasındaki bağı koparmayı deniyor. 1874'te Almanya'da Wilhelm Wundt Principles of Physiological Psychology adlı eserini yayınlarken 1876'da Yusuf Kemal Gayet-ül Beyan Fi Hakikat-ül-İnsan Yahut İlm-i Ahval-i Ruh'u yayınlıyor.
20. yüzyılın ortalarına kadar psikoloji sadece Osmanlı aydınlarının ilgi alanı oluyor. Zira bu zamana kadar Osmanlı devleti halka yönelik eğitimde İslam öğretilerini teşvik ediyor ve her türlü seküler hamleye karşı koyuyor.2 Buna rağmen 19. yüzyılda yüksek eğitim veren kurumlar yok değil. Fakat onlar da sadece din, hukuk, tarım gibi işlevselliği olduğu düşünülen dersleri veriyor. Savaşlar ve yoksulluk yüzünden bu okullara da çok az kişi gidebiliyor. Yani Osmanlı'da o dönem eğitim düzeyi oldukça düşük ve bilim ve ilerleme adına pek bir alan mevcut değil.
İlerleyen zamanlarda Türkiye'de modern psikolojinin, Georg Anschütz'ün 1915'te ülkemize gelişi ile başladığı kabul ediliyor. Anschütz, Almanya tarafından buradaki akademiye bir müdahale olarak yollanıyor ve Darülfünun'da dersler vermeye başlıyor. O dönem Osmanlı Almanya ile birlikte I. Dünya Savaşı içinde. Almanya'nın etkisiyle psikoloji akademik çevrelerde deneysel bir bilim olarak tanıtılıyor. Fakat savaş sebebiyle sadece dokuz öğrenci deneysel psikoloji programından mezun olabiliyor. Savaş bittikten sonra Alman psikologlar gidiyor ve 1933'e kadar Darülfünun'da psikoloji kürsüsü Mustafa Şekip Tunç tarafından ayakta tutuluyor. 1933'te Darülfunun, İstanbul Üniversitesi oluyor ve ikinci dalga Alman psikologlar davet ediliyor. Çünkü o dönem Alman psikologlar Almanya'da yükselen nazi rejiminden kaçıyorlar. Wilhelm Peters ülkemizde ilk deneysel psikoloji laboratuvarını kuruyor ve üniversitede hem deneysel psikoloji hem de Gestalt psikolojisi dersleri veriliyor. Buna rağmen psikoloji bilimi ilgi çekmiyor. Zira hala dini eğitim, ve bu eğitimin zihin ve bilinç üzerine kısıtlamaları sürüyor.4
1950'den sonra Türkiye yüzünü Amerika'ya dönüyor ve Amerika'dan gelen öğretim üyelerini ağırlıyor. Alman deneysel psikoloji kitapları imha ediliyor, yerlerine Amerikan kitapları geliyor. Psikoloji üzerindeki Avrupa etkileri silinmeye başlanıyor. Kısa bir süre içinde Amerika modern psikolojisi, Alman deneysel psikolojisinin yerini alıyor. 1964'te Hacettepe Üniversitesi'nde ikinci psikoloji bölümü açılıyor ve zamanla diğer üniversitelerde de açılmaya başlanıyor.3
Türkiye'de psikolojinin görece yavaş ve zorlu gelişimi iki unsura bağlanabilir: birincisi psikoloji biliminin gelişiminin sanayileşme ve kentleşme ile paralellik gösteriyor olması ve Türkiye'de ikisinin de tam anlamıyla ortaya çıkmaması. İkincisi din, kültür, savaşlar sebebi ile bilimde ve üniversitelerde ilerici hareketlerin engellenmesi. Buradan yola çıkılarak, Türkiye'de psikolojinin gelişimi her zaman politik ve toplumsal olaylara bağlı olmuştur denilebilir. Bu kısa hikaye bize gösterir ki, psikoloji bilimi yolu, dönemin ve hükumetlerin ihtiyaçları doğrultusunda çizilmiştir ve psikolojinin tarihteki diğer unsurlardan bağımsız olması mümkün değildir.