Sınav kaygısı: Başımızın Belası
Yazar Mehmet Ceylan • Psikolog • 2 Ekim 2018 • Yorumlar:
Sokaktan geçen yüz öğrenciye “sınava hazırlanan öğrencilerin en büyük kâbuslarından biri hatta en büyüğü nedir?” diye sorsak herhalde çoğu hep bir ağızdan “sınaaav kaaaygısı öğğretmeniiiiimm!”diye cevap verir.
Düşünsenize bir yerlere gelebilmek için aylarca hatta yıllarca çalışıyorsunuz, çabalıyorsunuz, kendinizden geçiyorsunuz, o kadar para ve zaman harcıyorsunuz, tam sınav günü geliyor, başlıyor bir kalp çarpıntısı, heyecan, ardından sınavda eller titriyor, boğaz kuruluğu, tüm bildiklerini unuttuğunu zannetme, hızlı atan bir nabız ve sonuç hüsran. Peki, ne oldu? Sınav kaygısı denen şey yüzünden bütün hayaller başlamadan yıkıldı.
İnanın ülkemizde şu kaygı denen illet yüzünden ne gençler telef oldu, ne hayaller yıkıldı, ne beyinler göçtü.
Peki, nedir, nasıl bir illettir bu sınav kaygısı ve bunu yok etmek için ne yapılabilir?
Aslında sınav kaygısını tanımlamaya gerek yok, bunun yerine sınav kaygısı yaşayan öğrencileri tanımlasak daha doğru olur.
Bu öğrenciler ürkek bir ceylan gibidir. Her an dünya başlarına yıkılacak gibi dururlar. Ne zaman bir sınava girseler, sınavdan sonra “yaaa yine heyecanlandım!” diye yakınmaya başlarlar, be nedenle yüzleri genellikle asıktır.
Kız öğrencilerde daha çok gibi görünür ama bunu yaşayan erkek öğrenci de az değildir. Tabi onlar çaktırmamaya çalışırlar çünkü erkek adam ağlamadığı gibi kaygılanmaz da.
Çoğu zaman kaygıları ders çalışma isteksizliği ile maskelenir ve evde ne ders çalışırlar ne de doğru dürüst test çözerler. Zannederler ki canları ders çalışmak istemiyor, yorgunlar falan. Aslında kaygıları, başarısızlık korkuları onların başarısızlıkla karşılaşmasını engellemek için kendisini “isteksizlik” olarak maskelemiştir.
Sonra bu öğrenciler gizli bir tarikat üyesi gibi hep bir ağızdan aynı şeyleri söylerler. “Ya başaramazsam, ya yapamazsam, yine olmayacak, ya bu yıl da olmazsa” bu cümlelerden sadece birkaçı. Bu felaket tellalı cümleleri ağızlarından hiç düşürmezler. Girdikleri bir deneme sınavı ya da evde çözdükleri herhangi bir test sonucunda küçücük bir yanlış yapmaya görsünler, hemen müneccim kesilip “ben demedim mi, olmaz dedim ya, olmayacak işte!” diye atlarlar.
Bu öğrencileri gördüğünüzde aklınıza hemen “acaba bunlar böyle konuşmak için üste para mı alıyorlar?” diye düşünebilirsiniz. Normaldir, zira bazen biz de düşünmüyor değiliz. Ama bu soruyu kendilerine sorduğumuzda, hepsi birden “yoooo!” diyor. “Peki, madem para almıyorsunuz ya da biriyle anlaşma imzalamadınız o zaman tam tersini söyleyin” diyoruz. Bu kez de “söylesek ne değişecek ki hocam!” diyorlar. “Çok şey değişir, sen hele önce bir dilini değiştir, düşüncelerin de onunla beraber yavaş yavaş değişir zaten” desek de bu söylediklerimiz pek kar etmez.
Hâlbuki sizi rahatsız eden inançlarınızı değiştirmeye dilinizden başlasanız o kadar çok şeyi değiştirebilirsiniz ki. Ve inanın söylediklerinizin, düşündüklerinizin sizin üzerinizde yaptığı etkiyi bilseniz bu cümleleri bir daha asla kullanmazsınız.
Ağzınızdan Çıkanı Kulağınız Duysun!
Şu Japonlar gerçekten ilginç ama bir o kadar da orijinal adamlar. Hele içlerinde bir profesör var ki o daha da ilginç ama yaptığı araştırma ile aslında bize göre bir çığır açtı. Adı Masaru Emoto.
Prof. Emoto, bizlerin içtiği, yıkandığı, çay demlediği suyu almış ve “acaba bizim söylediklerimiz, düşüncelerimiz, izlediğimiz filmler, dinlediğimiz müzikler suyun yapısını nasıl etkiliyor?” diye kendine sormuş ve bu sorunun cevabını belgelemeye karar vermiş. Sonra elindeki fotoğraf çekebilen mikroskobuyla su damlacıklarını dondurup dondurup incelemiş.
Emoto, dünyanın değişik bölgelerinden alınan ve değişik durumlarda bulunan su örnekleriyle yaptığı yüzlerce çalışmanın sonunda şu sonuca ulaşmış: “Su canlı ve her duygumuza, düşüncemize tepki veren bir madde. Suya olumlu ya da olumsuz bir şey söylendiğinde anında etkileniyor ve söylenenlerdeki enerjiyi kolayca kopyalayabiliyor.”
Yukarıdaki fotoğraflarda Profesör’ün yaptığı ve mikroskobuyla resmini çektiği su moleküllerinden sadece bir kısmını görüyorsunuz. Emoto, bu suları dondurmadan önce şişelerden birinin üstüne “teşekkür ederim”, diğerine de “beni hasta ediyorsun” yazıyor. Bir süre sonra “teşekkür ederim” yazılı şişenin içindeki suyun molekülleri oldukça güzel bir hal alırken, “beni hasta ediyorsun” yazılı suyun molekülleri ise kamyon çarpmışa dönüyor.
Emoto benzer sonuçlara, temiz ve kirli su kaynaklarından alınmış su örneklerini inceledikten sonra, Beethoven’in Pastoral Senfonisi gibi klasik bir müzik ile Heavy Metal müzik gibi farklı tarzlarda müzikler dinlettikten sonra ya da korku, şiddet duyguları içeren ve içermeyen filmlerden sonra da ulaşmış.
Yaptığı incelemeler ne kadar çeşitlenirse çeşitlensin ulaştığı sonuçlar genellikle aynı: “Su kendisine verilen duygu ve düşüncelerden etkileniyor ve moleküler yapısı da buna göre olumlu ya da olumsuz biçimde değişiyor”. Hatta aynı sonuçlara ulaşan sadece Emoto değil, bu çalışmadan sonra pek çok araştırmacı da yaptıkları deneylerinde çoğunlukla aynı sonuçlara ulaşmışlar.
Dünyanın olduğu gibi vücudumuzun da dörtte üçünü kaplayan su, hücrelerarası bilgi alış- verişini sağladığı için sizin düşündüğünüz ve söylediğiniz her şey bütün hücrelerinize kadar etki yapıyor. Dolayısıyla bir süre sonra siz düşündüğünüz ve konuştuğunuz gibi olmaya, yaşamaya başlıyorsunuz. Etrafınızda “ben yapamam, ben edemem, ben şöyle başarısızım, böyle beceriksizim” diyenlere bir bakarsanız bunu daha iyi görebilirsiniz.
Şimdi bir düşünün. Düşünceleriniz, söyledikleriniz suya bu etkiyi yapabiliyorsa acaba size ve çevrenize neler yapmaz ki… Çevrenizde duyarsınız belki, bazen insanlar kendilerine “nasılsın?” diye sorulduğunda “iyi diyelim iyi olsun” derler. Gelin siz de önce dilinizi bir değiştirin, bırakın artık kendinize “ya yapamazsam, ya kazanamazsam, ya şöyle olursa, ya böyle olursa” deyip durmayı, sınava hazırlandığınız o sayılı günleri kendiniz için bir işkenceye dönüştürmeyi. Artık “iyi” deyin iyi olsun, sloganınız da bu olsun.
Geleceğiniz Bugünde Saklı, Kıymetini Bilin!
Kaygı dediğimiz şey esasında insanın bugüne değil de daha çok geleceğe odaklanması ve yaşadığı anı görememesidir. Sınavlara hazırlanan ve heyecan ya da sınav kaygısı dediğimiz duygudan muzdarip öğrenciler de işte böyle yaşadıklara ana değil de bilmem kaç ay sonra yapılacak olan o sınav anına takılıp kalırlar. Onların bu durumu da bize hep mutluluğu arayan genç adamın hikâyesini hatırlatır.
“Uzun zaman önce, uzak diyarlardan birinde yaşamın gizemini ve mutluluğun kaynağını arayan bir genç vardır. Bu genç bir gün babasına yaşamın gizemine ve mutluluğun kaynağına ulaşmak istediğini ama bunu nasıl yapacağını bilmediğini söyler. Babası da kendisine ancak Bilge Kral’ın yardım edebileceğini, onun yanına gitmesi gerektiğini söyler.
Birkaç gün süren yolculuktan sonra kralın karşısına çıkar. Kral’a “Bana yaşamın gizemini ve mutluluğun kaynağını bulmam için yardım eder misiniz?” der. Kral kendisine daha sonra yardımcı olabileceğini ve şimdi gidip bir süre sarayını dolaşmasını söyler. Ve gence bir kaşık verir. Kaşığın içerisine de iki damla yağ koyar ve yağı dökmemesini tembihler. Genç gidip sarayı dolaşır ve kendisine söylenen saatte tekrar kralın karşısına gelir. Kral: “Sarayımı iyice dolaştın mı?” der. Genç “evet” der. “Peki”, der kral; gencin elindeki kaşığa bakar, yağ dökülmemiştir. Kral: “Sarayımdaki ünlü ipek halıları gördün mü?” der. Genç “hayır” diye cevap verir. “Peki, bahçemi gezdin mi? Çok güzel çiçekler vardı, bahçıvanım onları uzun yıllarda yetiştirdi, onları gördün mü?” diye sorar. Genç “hayır” der. Kral, “ya muhafızları gördün mü? Çok eğitimli ve disiplinli bir ordum var.” Genç, “görmedim” der.
Kral, tekrar kaşığa yağı damlatır ve “Yeniden sarayımı gez” der. “Etrafına iyi bak” demeyi de ihmal etmez.
Genç, elinde kaşıkla birlikte tekrar sarayı gezmeye başlar. Ve sarayın muhteşemliğini görür, şaşkınlıkla tekrar kralın karşısına gelir. Hayretler içinde krala gördüğü bahçeden, ipek halılardan ve sarayın muhteşemliğinden söz eder.
Bilge Kral, “Peki kaşıktaki yağa bir bakalım” der. Gencin elindeki kaşıkta yağ kalmamış, hepsi dökülmüştür. Yağdan eser yoktur. Ve Bilge Kral gence: “İşte yaşamın gizemi ve mutluluğun kaynağı budur, elindeki iki damla yağı yitirmeden etrafına, dünyaya bakabilmeyi öğrenmektir.” der.”
Bu hikâyedeki gencin elindeki kaşığı o aklınızdan çıkaramadığınız sınav anınız, içindeki yağı da o anı düşündükçe hissettiğiniz korku, kaygı ya da heyecan olarak düşünebilirsiniz. Şimdi yaslanın arkanıza ve bırakın artık o, beş- on ay sonraki birkaç saatlik sınav anını düşünüp durmayı. Şimdiye odaklanın, değiştirme gücünüzün olduğu tek ana ve elinizden gelenin en iyisini yapmaya…