Sınıflandırma, Ötekileştirme ve Tahammülsüzlük
Sınıflandırma dünyayı daha derli toplu olarak anlamlandırmamız için gereken bir kavram. Zaten zihnimiz de bilgileri sınıflandırarak, şemalar halinde tutuyor. Bu sayede de kişiler arası iletişimde de hepimiz kastedilen şeyi anlayıp, anlamlandırıyoruz. Kuş, yiyecek, insan, meyve, sebze denildiğinde hepimizin zihninde benzer şeyler canlanıyor.
Ancak sınıflandırma; etiketleme, ötekileştirme ya da önyargı noktasına kaydığında sorun ortaya çıkıyor. Bu hayatımızın içinde çok yaygın bir durumda ve bu durum insanların birbirlerine olan tahammüllerini düşürüyor. İnsanlar birbirlerini izledikleri filmlere, sahip oldukları düşüncelere, cinsiyetine, konuştukları dile, müzik zevklerine ve tuttuğu takımlara hatta sahip oldukları hastalıklara göre bile ötekileştiriyor. Bu ötekileştirmenin sonucunda insanlar birbirlerine karşı daha düşmancıl bir tutum sergileyip, bir mücadele içine giriyorlar. Hoşgörü ortadan kalkıyor. Öncelikle insanların ortak paydalarda toplanmaları son derece normal bir durum. Birbirlerine yakın dünya görüşüne, birbirine yakın ilgi alanları ve zevklere sahip olan insanların bir araya gelip paylaşım ortamı kurmaları sosyalleşme gereksiniminin karşılanması anlaşılır. Ayrıca evrimsel olarak bakıldığında da ortak özellikleri bulunan grupların varlıklarını daha uzun sürdürüp daha güçlü olabilmeleri açısından da mantıklı. Ama bu farklı algılara ve ilgilere sahip olan grupların birbirine düşman kesilmesi veya aşağılaması normalin ötesine geçen bir durum. Hatta bu küçümseyici ve düşmancıl yaklaşımın film, müzik zevkine ve tutulan takımlar gibi önemsiz noktalarda kendini göstermesi daha da düşündürücü.
Bu ötekileştirmeyi belirli rahatsızlıklara sahip olan insanlara da yapıldığını görüyoruz. Bu rahatsızlıkların toplum içerisinde bir başkasını küçümseyici ya da aşağılayıcı olarak anılması durumu söz konusu. Örneğin "şizofren misin", "özürlü müsün" gibi normalde patalojik olan rahatsızlıkların hakaret olarak kullanılması yine sınıflandırmanın ötekileştirmeye giden bir yönü. Aynı şekilde bu tip rahatsızlıkları olan biriyle dalga geçme, onunla uğraşma ve alaya alma da son derece üzücü bir durum.
Benzer bir durum, niyet kötü olmasa bile etiketleme ve önyargı için de geçerli. Örneğin farklı gelişen çocuklardan bahsedilirken ya da bazı ruhsal rahatsızlıklardan söz edilirken "saldırganlık" beklentisinin bu rahatsızlıkların neredeyse tamamında var olduğunun düşünülmesi sebebiyle bu kişilerden kaçınılması ve korkulması durumu söz konusu. Tabii ki buradaki durum daha çok bilgi ve farkındalık eksikliğinden ve genellemelerden kaynaklı.
Peki neden bu kadar tahammülsüzüz? Öncelikle son dönemde sıkça dile getirdiğim çocuk yetiştirilirken onu belirli kalıplara sokmaya çalışma, onun özünü, sahip olduğu eşsiz özellikleri ve seçimlerine saygı gösterilmemesi bunlardan biri. Çocuklarımızı bir kalıp içine soktuğumuzda ona mutlak ve değişmez doğruların olduğunu ve o doğruların dışındaki her şeyin mutlak yanlış olduğunu öğretmiş oluyoruz. Düşünmesine, sorgulamasına, anlam vermesine müsaade etmiyoruz. "Sen bizim dediğimiz gibi davran, çünkü her şey biz biliriz sen veya bir başkası bilemez demiş oluyoruz. Bu şekilde yetişmiş olan çocuk ancak ve ancak yetiştirildiği ortamı dost kabul ederken geri kalan her şeyi düşman ve zarar verme potansiyeli olan kavramlar olarak görebiliyor. Farklı zevklerin, düşüncelerin üzerinde düşünüp, bunlarda tutarlılık ve mantık arama gereği dahi görmüyor. Son derece yüzeysel bir yaklaşımda kalıyor.
Dolayısıyla kendi tutuğu takım, sahip olduğu müzik zevki, sevdiği filmler bilinçdışı düzeyde yine mutlak doğrular olarak görülüyor ve farklı zevkler kabul görmüyor. Aynı şekilde aileler çocuklarına açık fikirli olmaları ve kabul edicilik konusunda da yardımcı olmuyor. Çünkü kalıba sokulan çocuklar en başta aileleri tarafından kabul edilmemiş, hoşgörülmemş oluyor.
Hoşgörü öğrenilebilen bir durum. Hoşgörü eğitimi, kabul edicilik ve saygı kavramları önce aileler tarafından çocuklara öğretilmeli, ardından da okullarda da bunun eğitimi ve uygulamaları yapılmalı. Bunlar olduğu takdirde farklılıklar bir ötekileştirme durumu değil toplumu renklendiren çeşitlemeler olarak görülmeye başlanacaktır. Asıl hoşgörü tüm farklılıklarımızla canlılar sınıfına ait olduğumuzu ve bir bütünün parçası olduğumuzu fark ettiğimiz an başlayacaktır.