Sosyal Kaygı Bozukluğu

Yazar Cemre Özcan • 16 Eylül 2024 • Yorumlar:

Sosyal kaygı bozukluğu, toplumsal kaygı bozukluğu veya sosyal fobi olarak adlandırılmakta olan rahatsızlık kişinin, başkaları tarafından değerlendirilebilecek olduğu bir ya da birden çok durumdan mantığa uymayan bir biçimde korku duyma, utanç, sıkıntı yaşama durumu olarak tanımlanmaktadır. Sunum yapma, topluluk önünde konuşma gibi performans gerektiren durumlarda veya yeni insanlarla tanışma gibi günlük hayatın sosyal kısımlarında sosyal kaygı bozukluğuna sahip bireyler yoğun bir kaygı ve sıkıntı yaşamaktadırlar. Bireyler toplum içerisinde başkaları tarafından yargılanabileceği kaygısını yoğun bir biçimde yaşarlar. Mahçup ve rezil olacakları yönünde sürekli ve belirgin bir korku duyarlar. Yaşadıkları bu yoğun sıkıntılar, kişileri rahatsız oldukları durumlardan kaçınmaya teşvik ederek bireylerin yalnızlaşmasına ve toplumdan uzaklaşmasına sebep olabilmektedir. Bireyler, yoğun yaşadıkları sosyal korku ve kaygıları nedeniyle yeteneklerinin daha altında olan işlerde çalışabilmekte ve sosyal durumlarla baş etmekten ziyade onlardan kaçınarak daha az memnun oldukları ancak daha az sosyal talep gerektiren işlerde hayatlarını devam ettirebilmektedirler.

Sosyal kaygı bozukluğu olan birey, rahatsızlık duyduğu bir ortama girdiğinde en belirgin yaşadığı belirtiler çarpıntı, titreme, terleme, gerginlik, midede rahatsızlık hissi, ağız kuruluğu, ağlama hissi, yüzün kızarması olmaktadır. Bireyler bu hisleri kendi bedenlerinde yaşarlar ve bu belirtilerin dışarıdan da görülüp fark edileceğini düşünürler, buna yoğun bir biçimde odaklanırlar. DSM-V tanı kriterlerine göre korku, kaygı ya da kaçınma sürekli bir durumdur ve 6 ay veya 6 aydan daha uzun sürebilmektedir. Bireyler, dışsal ipuçlarından çok içsel belirtilerine daha çok dikkat etmektedirler. Örneğin 50 kişilik bir sınıfa sunum yapmaya çıkan bir kişi, sunum yaparken karşıdakilerin ne düşündüğünden çok kendi fiziksel belirtilerine odaklanmaktadır (titreme, kızarma, kaygı, korku vb.).

Sosyal kaygı bozukluğunun ortalama başlangıç yaşı 13-20 yaş arasında değişmektedir (Karamustafalıoğlu ve Yumrukçal, 2011). Tedaviye başvurma yaşı ise genellikle problemin başlangıcından 15-20 yıl sonra olmaktadır. Bu gecikmenin sebebi sosyal fobinin tedavi edilebilir bir rahatsızlık olduğunun bilinmemesi ve sosyal kaygı bozukluğu yaşayan bireylerin bu rahatsızlığı kişiliklerinin bir parçası olarak görmeleri olabilmektedir (Dilbaz, 1997).

Düşük eğitim düzeyi, işsizlik, düşük sosyoekonomik düzey, hiç evlenmemiş olmak, hastalığın erken dönemlerinde sosyal destek eksikliği, genetik yatkınlık ve travma rahatsızlığın başlıca risk etmenleri içinde sayılmaktadır (Wittchen ve Fehm, 2001). Kadınlardaki görülme sıklığı erkeklerden daha sık olmaktadır (Ohayon ve Schatzberg, 2010).

Sosyal kaygı bozukluğu ile başka bir patolojik bozukluk görülme sıklığı oldukça yüksektir. Başta duygudurum bozuklukları (major depresyon, bipolar bozukluk) olmak üzere agarofobi, özgül fobi, obsesif kompulsif bozukluk (OKB), alkol bağımlılığı ve çekingen kişilik bozukluğu gibi çok sayıda patolojik bozuklukla birlikte sosyal kaygı bozukluğu görülebilir (Ohayon ve Schatzberg, 2010; Acarturk, de Graaf, van Straten, Have ve Cuijpers, 2008; Schneier, Johnson, Hornig, Liebowitz ve Weissman, 1992).

Sosyal Kaygı Bozukluğu Tedavi Edilebilir Mi?

Sosyal kaygı bozukluğu tedavisinde ilaç tedavisi kullanılabilir ancak yeterli değildir. Klinik görüşmelerle yapılacak olan bir tedavi programı bireyler için oldukça etkili olmaktadır. Bu noktada bireysel veya grup terapileri devreye girmektedir. Uzun dönemli hedeflerimiz arasında; bireyin anksiyete ve gereksiz korku olmaksızın sosyal olarak etkileşim içerisinde olmasını sağlamak, korku ve anksiyete olmaksızın sosyal performans gerektiren görevlere katılmak, bireyin ilişkilerinin kalitesini arttıracağı sosyal beceriler geliştirmesini sağlamak, iyileşme ve destek sisteminin arttırılacağı, ilişkilerin yapılandırıldığı beceriler geliştirmek olmalıdır (Jongsma, Jr, Peterson ve Bruce ,2014).

Bireysel terapilerde, sosyal kaygı bozukluğu yaşayan kişilerin öncelikle olumsuz düşünceleri belirlenir. Bu olumsuz düşünceler genelde çarpıtılmış ve doğru olmayan düşüncelerdir. Bu aşamada bilişsel çarpıtılmış düşüncelerin düzenlemesi yapılır. Birey zaten korkusunun aşırı ya da anlamsız olduğunun farkındadır. Başlangıçta bireyin zihninde yer alan ‘yetersizim’, ‘aptalım’, ‘beceriksizim’, ‘zayıfım’ gibi temel inançlar ve ‘heyecanlandığımı/kızardığımı anlayacak’, ‘aptal olduğumu düşünüyor olmalı’, ‘herkes bana gülecek’ gibi otomatik düşünceler üzerinde çalışılarak bu düşüncelerin rasyonelize edilmesi yani mantığa uygun bir hal alması sağlanır. Ardından ikinci aşama olarak bireylerin süreç içerisinde davranışları üzerinde çalışılır. Danışan ve terapist ortak işbirliği ile davranışsal hedefler belirlenir ve bireyin davranışsal aktivasyonunu sağlamak adına ev ödevleri verilir. Sosyal kaygı bozukluğu yaşayan birey için bu ödevler genelde yeni birileriyle tanışmak, topluluk içerisinde sunum yapmak, tek başına dışarıda yemek yemek gibi daha çok sosyal aktiviteleri kapsayan ödevlerdir.

YAZAN

Psk. Cemre ÖZCAN

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Yorumlar: (0)