Statü, Marka, Para
Yazımın başlığını oluşturan bu 3 kavrama toplumun çok büyük bir kesimin ne pahasına olursa olsun sahip olmak isteyeceğini tahmin ederim. Peki şu soruyu kendimize soralım: Neden? Neden bunlara sahip olmak bu denli önemli?
Sahip olunan lüks, her istediğini elde edebilme gücü, rahatlık, mutluluk, kaygısız bir gelecek ve yaşam düşüncesi gibi pek çok inancın bütün bunlara sebebiyet verdiğini söyleyebiliriz. Ama çok daha önemli bir sebep var. O da saygı gösterilen, önemli ve değerli hissettirilen biri olma isteği. Çocuk yetiştirme stillerindeki yanlışların, çocuğa gösterilen şartlı sevginin, çocuğa saygı duyulmamasının bireylerin kendilerini sevilmeye, önemsenmeye değer biri olmayacakları inancına sebebiyet verdiklerini açıklamıştım. Halbuki hepimizin en temel ihtiyacı koşulsuz sevgi, saygı ve aidiyettir.
İşte şartlı sevgiyle, saygıyla büyütülen çocuk yetişkinlik hayatında da bu şartların neler olabileceğini düşünür ve topluma bakar. Şunu görür: Şan şöhret, statü, marka, para...Şöhrete sahip olan insanların hayranları tarafından delicesine bir sevgi seli içerisinde olduğunu, adımını attığı her yerde insanların ona el, pençe, divan duruşlarını, yüksek statüdeki kişilerin sahip oldukları otorite ve insanları yönetme gücünü, paranın maddi değeri olan her şeyi alabileceği gibi, yeri geldiğinde yalandan da olsa sevgi ve saygıyı dahi satın alabildiğini.. Düşünce yapısı teknik olarak yanlış değildir. Çünkü ne yazık ki toplumda da kendisi kadar sağlıksız yetiştirilmiş ve tüm bunların gücüne inanan ve saygı duyan insanlar mevcuttur. Gerçekten de bu güce sahip olduğunda onun önemli hissetme, saygı görme ihtiyacını tatmin edecek, güce çekilecek insanlar var.
Tabii ki tüm bunlar sadece koşulsuz sevgi ve saygının olmamasının eseri değiller. Aynı zamanda ailelerin çocuklarına verdikleri başka mesajlar da etkili.. Örneğin ders çalışmak istemeyen çocuğa "okumazsan veririm seni bakkalın, berberin, araba tamircisinin yanına çırak olarak ileride de 2 kuruş paraya çalışır, zar zor geçinirsin", ya da "okumazsan sokaklara düşer fakir kalırsın, aç kalırsın" gibi tehditler de çocuklar da ders çalışma isteğine değil zamanla gelecek kaygısına yol açmakta. Bu çocuk okul başarısı için çalışmak yerine o kaygıyla sonuca ulaşmak adına kopya çekmekten de çekinmez.
Peki tüm bu kaygı ve arayışlar insanları nelere sürüklüyor dersiniz? İstediğini elde edebilmek için her türlü hile hurda, oyun, hak yeme, birilerinin kuyusunu kazma, haksız rekabet, adaletsizlik, kısacası insanı insan yapan gerçek değerlerden uzaklaşma. Çünkü yeni değerler artık statü, marka ve para. Dolayısıyla da insanlarda "istediğimi elde etmede her yol mubahtır" anlayışı ortaya çıkıyor. Bunun sonucunda da kişi onu hedefine ulaştıran yolda yaptığı her eylemi etik olup olmadığı fark etmeksizin kendinde hak görmeye başlıyor. Bundan suçluluk ve utanç hissetmiyor. Tıpkı kaygısından dolayı kopya çeken çocuk gibi.
Bileğinin hakkıyla, hak yemeden, vicdanı ve adaletiyle hareket eden, birilerini ezmeden statü ve maddi gücü elde eden insanlar da var elbette. Onları ise sahip oldukları sükunet, sakinlik, huzur, mutluluk ve doygunluklarıyla kolayca fark edebiliriz. Bu insanlar geçmişte neyse yine odur. Değişmezler. Çünkü onların insani değerleri, özleri değişmemiştir. Çevrelerindeki insanlar ondan korktukları için değil, sevdikleri için saygı gösterirler. Ancak diğer gruptaki insanların maddi güce veya statüye ulaşmadıkları haliyle ulaştıkları halleri arasından çok fark vardır. O noktaya ulaşıncaya kadar da çıkar ilişkileri kurmaktan çekinmezler. İnsanlık kalitesi fark etmeksizin gücün ve statünün kimde olduğunu görüyorlarsa onun yanında yer alırlar. O mevkiye ulaştıklarında da insanları ezmeye başlarlar. Çünkü değerleri statü ve maddiyattan ibarettir.
2 tip insandan bahsettik. Birincisi insani değerleri olan ama çok iyi durumda olan insanlar ve insani değerlerinin yerini güç, kudret, maddiyat almış olan insanlar. İki grubu karşılaştırdığımızda yaşama sevincinin, huzurun ve mutluluğun kimde olacağını tahmin etmek güç değil. Çünkü o grup özüyle var olmaya devam ediyor. Çevresinde gerçek dostları, arkadaşları var. Hem kendiyle hem çevresiyle iyi ilişkiler kurmuş. Bir gün elinden her şey gitse bile dostluklarının, arkadaşlıklarının kalıcı olduğunu ve asıl değerlerin onlar olduğunun farkında. Öbür grup ise her günü bir eziyet, bir mücadele içerisinde yaşıyor. Kendi eylemlerinin başkalarının hayatını nasıl etkilediği umurunda bile değil. Çocukluğundan beri arayıp da bulamadığı sevgi ve saygıyı çaresizlikle aramaya devam etmiş ve sahte de olsa bulmuş. Ancak elindekileri kaybettiğinde bir "hiç" olacağını düşünüyor. Çünkü başka değeri yok. Çevresi de kendi gibi düşünen insanlarla dolmuş, taşmış durumda..
Amacımız "biz" olma bilinciyle birbirimize el uzattığımız, birbirimize karşı sorumluluklarımızı yerine getirdiğimiz, vicdanımızdan uzaklaşmadığımız ve hakkıyla çabaladığımız sürece yukarıda saydığım her kavramın kendiliğinden gelişip, sağlıklı yollarla elde edilebileceğini fark etmek olmalıdır. Gerçek güç de budur. İşte zaten o kavramlara sağlıklı şekilde ulaştığımızda gerçek olgunlaşmayı yaşadığımızdan insanlara ve topluma çok daha faydalı bireyler olmayı başlarız. Bu da bize o çok aradığımız sevgi, saygıya ulaştırır. Hayattan doyum almamızı sağlar.