Stres kalp krizine yol açıyor mu; anjiyografi ne zaman gerekli?.. Kalp-damar hastalıkları ve tedavi yöntemlerine dair en çok merak edilen 10 sorunun yanıtı…
Yazar Nevrez Koylan • Kardiyolog • 12 Ocak 2017 • Yorumlar:
Stres kalp krizine yol açıyor mu; anjiyografi ne zaman gerekli?.. Kalp-damar hastalıkları ve tedavi yöntemlerine dair en çok merak edilen 10 sorunun yanıtı…
1. Kalp-damar hastalıkları ülkemizde hangi sıklıkta görülüyor?
Türkiye’de kalp damar hastalıkları, ölüm nedenleri arasında yüzde 43 oranıyla ilk sırada yer alıyor. Türk Kardiyoloji Derneği’ne göre, ülkemizde her yıl 330 bin yeni kişide kalp damar hastalığı ortaya çıkıyor. Kalp damar hastalıklarından korunmak için öncelikle hareketli bir yaşamın benimsenmesi, Akdeniz diyetiyle beslenilmesi, sigara içilmemesi, yüksek kolesterol,
metabolik sendrom ve yüksek tansiyon gibi sorunların da mutlaka kontrol altına alınması gerekiyor.
2. Stres, kalp krizine yol açıyor mu?
Kalp damar hastalığında en çok merak edilen konulardan biri, stresin kalp krizi üzerinde etkili olup olmadığı. Büyük bir afet geçirilmesi, bir yakının ölümü veya ciddi mali krize girme gibi akut gelişen stres, kalp krizi üzerinde çok belirleyici bir rol oynamıyor. Akut stres olarak tanımlanan bu tür bir stres, ancak zaten geçirilecek olan bir enferktüsün tarihini öne alabiliyor. Buna karşılık, çağımızın önemli sorunlarından olan kronik stres, depresyon ve anksiyete ise kalp krizine adeta davetiye çıkarıyor. Dolayısıyla kalp krizinden korunmak için meditasyon gibi stresten arındıran yöntemleri düzenli olarak yapmakta fayda var.
3. Neden ölümlerde kalp hastalıkları ilk sırada yer alıyor?
Bunun en önemli nedeni, günümüzde hareketsiz bir yaşamın ve fast food tipi beslenmenin benimsenmesi. Bunun yanı sıra, kalp damar hastalıkları sinsi sinsi ilerliyor. Öyle ki koroner arter hastalarının yaklaşık üçte biri, bu hastalığa yakalandıklarını bilmeden, ani gelişen kalp krizi sonucu yaşamlarını yitiriyor. Hastaların yaklaşık üçte birinde de ilk belirti enfarktüs şeklinde ortaya çıkıyor. Dolayısıyla bu hastaların sadece yüzde 25’lik bir kesimi göğüs ağrısı gibi belirtilerle koroner arter hastası olduğunu anlıyor.
4- Kalp-damar hastası olduğumuzu nasıl anlarız?
Prof. Dr. Koylan’a göre, bu sorunun pratik bir yanıtı yok. Sıkça başvurulan elektrokardiyografi, hastaların sadece yüzde 10’unda net olarak tanıyı koyabiliyor. Biyokimyasal incelemeler ise ancak riskin ne kadar yüksek olduğunu belirlemede işe yarıyor. Daha somut sonuç verebilen talyum testi, anjiyografiler, bilgisayarlı tomografiler, kalsiyum skorlaması ve diğer testlerin de önemli ölçüde yanılma payları var. Üstelik bu yöntemlerin maliyeti oldukça yüksek. Dolayısıyla bir kişinin enfarktüs geçirme riskinin ne olduğu veya yakın bir zamanda böyle bir tehlikenin gelişip gelişmeyeceği hala bir soru işareti olarak duruyor.
5. Ne zaman anjiyografi yöntemine başvurmalı?
Prof. Dr. Koylan, koroner anjiyonun teşhis yöntemi olmadığına dikkat çekiyor. Bu yönteme ancak kalp damar hastalığına işaret eden güçlü delillerin varlığında, yapılacak olan müdahalenin tipini belirlemek amacıyla başvurulmalı. “Acaba damarlarımda bir sorun var mı?” diye anjiyo yaptırmak sakıncalı uzmanlara göre. Çünkü, ender olarak görülse de, bu teknik ciddi kanamalara veya ölüme yol açabiliyor.
6. Kalp hastalıklarından şüphelenen bir kişi ne yapmalı?
Prof. Dr. Koylan, kalp damar hastalığının tanısında risk hesaplamalarından büyük yarar sağladıklarını belirtiyor. Bu nedenle önce risk hesaplaması yapılıp, ortaya çıkan risk faktörlerine yönelik önleyici tedavilerin uygulanması gerekiyor. Yaşam tarzında yapılacak değişiklikler, alınması gereken en önemli tedbirleri oluşturuyor.
7. Nasıl tedavi ediliyor?
Koroner arter hastalığı; ilaç, stent ve by-pass olmak üzere üç yöntemle tedavi edilebiliyor. Tıkanmış olan bölgenin yeri ve kaç damara müdahale edilmesi gerektiği gibi faktörler, tedavinin şeklini belirliyor. Günümüzde gerek acil by –pass, gerekse acil anjiyoplasti yöntemi akut enfarktüsün tedavisinde adeta çığır açtılar. Özellikle primer anjiyoplasti yöntemi ve kalp krizi sırasında tıkanmış damarın stent ile açılması, çok ciddi yararlar sağlıyor. Hastalar artık çok az bir hasarla, tedavi sonrasında hiç enfarktüs geçirmemiş gibi sağlıklı yaşayabiliyor. Ancak bunun için hastanın mümkünse krizden sonra ilk bir iki saatte hastaneye ulaştırılması gerekiyor.
8. Stent mi, by-pass mı?
Günümüzde kalp damar hastalığında en sık iki yöntemden yararlanılıyor; stentler ve by-pass operasyonu. Özellikle ilaç kaplı stent teknolojisi, bu hastalığın tedavisinde büyük yarar sağlıyor. Çelik kafes olarak da adlandırılan bu stentler, ilaç salgılayarak tedavi gören damarın tıkanma riskini yüzde 5’lere kadar indirebiliyor. By- pass ile stent arasındaki seçimi ise hastanın damar yapısı belirliyor. Tıkalı olan damar stentle açılabiliyorsa, önce bu yöntem tercih ediliyor. Sonuç alınamayacak olan durumlarda ise bypass yöntemine başvuruluyor.
9. Ne zaman ilaç tedavisi?
Uzmanlar genellikle by-pass uygulanamayan durumlarda ilaç tedavisine başvuruyor. Bunun nedeni ise hastaların kısa vadeli çözümleri tercih etmeleri. Ancak, hasta göğüs ağrısından şikayet etmiyorsa ve kalp fonksiyonlarında herhangi bir sorun yoksa, bu durumda by–pass veya stent yöntemlerine başvurmanın pek bir anlamı yok. Bu hastalara uygulanan ilaç tedavisiyle de oldukça başarılı sonuçlar elde edilebiliyor. Amerika’da yapılan geniş çaplı araştırmalarda, sadece ilaç tedavisi alanlarla by-pass veya stent olanlar karşılaştırılmış. Bu araştırmanın sonucunda by-pass ve stent yöntemlerinin hastaların ömrünü uzatan herhangi bir etkisinin olmadığı ortaya çıkmış.
10. Tedaviden sonra nelere dikkat etmeli?
Kalp damar hastasının tedaviden sonra yaşam tarzını mutlaka düzene koyması gerekiyor. Alınacak olan basit önlemlerle sağlıklı bir yaşam sürmenin mümkün. Bunun için yapılması gereken ilk şey, hareketli bir yaşamı benimsemek olmalı. Örneğin, asansör yerine merdivenleri tercih etmek, kısa mesafelerde aracı kullanmayıp, yürümek. Uzmanlara göre, sağlıklı bir yaşam için her gün on bin adım yürümek gerekiyor. Sigara mutlaka bırakılmalı, bol bol sebze meyve tüketilmeli, aşırı yağlı besinlerden de kaçınılmalı. Bunların yanı sıra diyabet, metabolik sendrom, yüksek kolesterol veya tansiyondan yakınanlar, bu risk faktörlerini mutlaka kontrol altına almayı da ihmal etmemeli.
Prof. Dr. Nevrez Koylan