Terapi Süreci Öncesinde Bilişsel ve Duygusal Değerlendirmenin Önemi: Klinik Gözlem, Gelişim ve Zeka Ölçeklerinin Rolü
Yazar Ceyda Doğan Ülker • 7 Ekim 2024 • Yorumlar:
Bilişsel ve duygusal süreçlerin bireylerin yaşamlarında karşılaştıkları zorlukları belirlemedeki etkisi son derece büyüktür. Özellikle terapiye gelen danışanlarda, yüzeyde görülen sorunların altında daha derin bilişsel ya da duygusal nedenler yatabilmektedir. Terapi sürecinin sağlıklı ilerlemesi için bireyin kapsamlı bir değerlendirmeden geçmesi, sadece bilişsel değerlendirme araçlarına değil, aynı zamanda klinik gözlemlere de dayanarak gerçekleştirilmelidir.
Bilişsel Değerlendirme ve Gelişimsel Ölçeklerin Önemi
Bilişsel değerlendirme ve gelişimsel ölçekler, bireylerin zihinsel yetenekleri, dikkat süreleri, öğrenme kapasiteleri ve sosyal etkileşim becerilerini ölçmeye yönelik önemli araçlardır. Okul öncesi dönemden itibaren uygulanan bu ölçekler, çocukların ve ergenlerin bilişsel gelişim süreçlerini anlamak ve olası sorunları erken tespit etmek açısından büyük bir önem taşır. Örneğin, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) yaşayan bir çocuğun bilişsel değerlendirme sonucu, bu sorunun tanımlanmasına yardımcı olabilir. Ancak burada asıl kritik nokta, bu tür ölçeklerin sadece bir başlangıç noktası olması gerektiğidir. Nihai sonuçlar, deneyimli klinisyenlerin gözlem ve yorumlarıyla tamamlanmalıdır.
Birçok bilişsel süreç ve bu süreçlerdeki aksaklıklar, bireylerin yaşamlarında çeşitli zorluklar olarak karşımıza çıkabilir. Örneğin, öğrenme güçlüğü, dikkat dağınıklığı, sosyal izolasyon, düşük akademik başarı, hatta depresyon gibi durumlar, bilişsel süreçlerin sonucunda ortaya çıkabilir. Bu gibi durumların değerlendirilmesi ve tedavi süreci başlatılmadan önce, gelişimsel ölçekler yol gösterici olabilir. Ancak bu araçlar, bireyin duygusal ve sosyal durumunu tam anlamıyla ortaya koyamaz. Bu noktada klinik gözlem devreye girer.
Klinik Gözlemin Rolü: Yüzeydeki Sorunların Altına İnmek
Klinik gözlem, bir danışanın günlük hayatta nasıl davrandığı, ne tür tepkiler verdiği, sosyal ilişkilerde nasıl hareket ettiği gibi unsurları göz önüne alarak, bilişsel değerlendirme sonuçlarını daha derinlemesine anlamayı sağlar. Özellikle kaygı bozukluğu, depresyon, içe kapanıklık, öğrenme güçlüğü ve davranış bozuklukları gibi durumların altında yatan nedenler sadece bilişsel süreçlerle açıklanamayabilir. Bireylerin yaşadığı duygusal ve duyusal travmaların bu sorunlara etkisi büyüktür ve klinik gözlem bu etkileri anlamada en güçlü araçlardan biridir.
Bir örnek olarak, terapiye gelen bir internet bağımlısı danışanı ele alalım. Yüzeyde bu bireyin internet bağımlılığı ve özellikle okulda yaşadığı kaygı bozukluğu yaşadığı görülse de daha derin bir araştırma sonucunda bu durumun aslında çocukluk döneminde maruz kaldığı akran zorbalığından kaynaklandığı anlaşılabilir. Bu danışanın çocuklukta yaşadığı duygusal travmalar, zamanla kaygı bozukluğu ve internet bağımlılığına dönüşmüş olabilir. Burada bilişsel süreçler kadar, bu süreçlerin duygusal etkileri de değerlendirilmelidir. Sadece internet bağımlılığı tedavisine odaklanmak yerine, çocukluk travmasının bu bağımlılığa nasıl katkıda bulunduğu derinlemesine araştırılmalıdır.
Benzer bir şekilde, depresyon ve okul bırakma isteği olan bir ergen danışanı düşünelim. İlk bakışta bu danışanın yaşadığı sorunlar depresyonla ilişkilendirilebilir. Ancak daha derinlemesine bir klinik gözlem ve değerlendirme yapıldığında, bu danışanın aslında dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) yaşadığı, fakat bu durumun yıllarca fark edilmediği ve tedavi edilmediği anlaşılabilir. DEHB, akademik başarısızlık, özgüven eksikliği ve sosyal izolasyona yol açarak depresyonu tetikleyebilir. Bu nedenle, bireyin yaşadığı depresyonun altında yatan bilişsel sorunları doğru bir şekilde tespit etmek, terapi sürecinin başarısı açısından kritik bir öneme sahiptir.
Bilişsel ve Duygusal Sorunların Kesişimi: Kapsamlı Bir Yaklaşımın Gerekliliği
Bilişsel süreçlerin yol açabileceği sorunlar, genellikle duygusal süreçlerle iç içedir. Bu nedenle, bilişsel değerlendirmeler yapılırken duygusal ve sosyal faktörlerin de dikkate alınması gerekir. Gelişimsel ölçekler ve bilişsel değerlendirmeler, bireyin yaşadığı sorunların sadece yüzeysel bir görünümünü sunabilir. Örneğin, dikkat eksikliği ve öğrenme güçlüğü gibi durumlar, çocuğun bilişsel kapasitelerindeki sorunlardan kaynaklanıyor gibi görünebilir. Ancak bu tür sorunlar, çocuğun duygusal dünyasında yaşadığı zorluklardan da kaynaklanabilir. Kaygı, depresyon veya travmalar, bilişsel işlevlerde gerilemeye yol açarak akademik ve sosyal başarısızlıklara sebep olabilir.
Bu bağlamda, bilişsel değerlendirme ve gelişim ölçeklerinin sonuçları, her zaman klinik gözlemlerle desteklenmelidir. Klinik gözlem, bireyin bilişsel ve duygusal süreçlerini anlamak için güçlü bir araçtır ve terapi sürecinin başarısında kritik bir rol oynar. Terapiye gelen her danışanın yaşadığı sorunların altında yatan nedenleri anlamak, bireyin hem bilişsel hem de duygusal dünyasını derinlemesine incelemekle mümkündür.
Bilişsel değerlendirme ve gelişimsel ölçekler, bireyin zihinsel süreçlerini anlamak ve terapi sürecini planlamak için önemli bir başlangıç noktasıdır. Ancak bu araçlar, danışanın yaşadığı sorunların sadece bir kısmını gösterebilir. Klinik gözlem, bu sürecin tamamlayıcı bir parçası olarak, bireyin günlük hayattaki davranışlarını, duygusal tepkilerini ve sosyal etkileşimlerini gözlemleyerek, daha derin bir analiz yapılmasını sağlar. Bilişsel ve duygusal süreçlerin birbiriyle nasıl etkileşime girdiğini anlamak, bireyin terapi sürecinin başarıya ulaşmasında en kritik unsurlardan biridir. Bu nedenle, bilişsel değerlendirme araçlarının sunduğu yol haritası, deneyimli klinisyenlerin gözlemleri ve değerlendirmeleriyle desteklenerek daha kapsamlı bir terapi süreci oluşturulmalıdır.
Uzm. Ceyda Doğan Ülker