Toplumsal Cinsiyet ve Şiddet İlişkisi
Yazar Gözde Güler • Psikolog • 18 Ağustos 2020 • Yorumlar:
Toplumsal cinsiyet; kadın ve erkeklerin doğuştan değil, içine doğdukları kültürün içinde, bulundukları sosyal ortamlarında öğrenmiş oldukları kadın ve erkek olmaya dair özellikleridir.
Kastedilen bu özellikler anne karnından itibaren başlamaktadır. Doğdukları andan itibaren cinsiyete göre renklerin belirlenmesi; kız çocuklarına pembe kıyafetler ve eşyalar, erkek çocuklarına ise mavi kıyafet ve eşyalar seçilmesi bunun bir parçasıdır. Öyle ki; tersi bir durum olduğunda ise “erkek adam pembe mi giyermiş hiç!”, “çiçek desenli kıyafet erkek adama yakışır mı!” gibi toplum tarafından bir takım tepkiler de söz konusu olabilmektedir.
Kız çocuklarına prenses, erkek çocuklarına prens, aslan oğlum gibi hitaplar kullanılırken, toplum tarafından erkek adamın erkek oğlu olur gibi cümleler de sarf edilebilmektedir.
Cinsiyete göre çocukların oynayacağı oyuncakların belirlenmesi; kız çocuklarına bebek, erkek çocuklarına silah gibi oyuncaklar verilerek yönlendirilmeleri söz konusu olmaktadır.
Kız çocuklarına temizlik, ev işleri, çocuk bakımı gibi daha çok evde var olan iş ve sorumluluklar üstlendirilirken, erkek çocuklarına, tamir işleri yapan, meslek sahibi olan, işe gidip gelen, ev işlerinde sorumluluk paylaşımı yapmayan kişiler olarak cinsiyet rollerinin verildiği görülmektedir.
Cinsiyete göre duyguların ifadesini şekillendirmeleri de beklenir; kız çocukları hassas, nazik, ağırbaşlı, duyarlı, birçok olumsuz duygu ve yaşantıyı kabullenip normalleştirmesi beklenen, erkek çocukları ise, ağlamayan, duygularını belli etmeyen, hep güçlü görünmek zorunda hisseden, hırslı ve bağımsız insanlar olmak zorunda bırakılırlar.
Çocuklar büyüyüp yetişkin olduklarında ise cinsiyetlere göre meslekleri belirlenir. Kimin tamirci, bakıcı ya da şoför olacağı birey tarafından ve onun becerileri dikkate alınarak değil, toplum tarafından cinsiyet rollerine göre çoktan belirlenmiştir.
Toplumumuzda toplumsal cinsiyet eşitsizliği üzerine birçok deyim ve atasözleri de bulunmaktadır:
“Elinin hamuru ile erkek işine karışma”,
“Ağustostan sonra ekilen darıdan, kocasından sonra kalkan kadından hayır gelmez”,
“ Oğlan babadan öğrenir sohbet ile gezmeyi, kız anadan öğrenir sofra dizmeyi”
“Erkek adam ağlamaz!” “Sakalım olsa sözüm geçerdi!”,
“Saçı uzun aklı kısa” bunlara birer örnektir.
Toplumumuzda cinsiyet eşitsizliğinin şiddet üzerindeki etkileriyle her geçen gün daha da sık
karşılaşmaktayız. Her gün, bir kadın, eşi, sevgilisi veya bir akrabası tarafından her türlü şiddete maruz kalmakta (fiziksel, duygusal, cinsel, ekonomik) hatta hayatını kaybetmektedir.
Günümüzde şiddetin önlenebilmesi ve ortadan kaldırılabilmesi, sadece kanuni yaptırım, ceza ve uygulamalarla mümkün olmamaktadır. Öncelikle toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ortadan kaldırılması büyük önem taşımaktadır.
Toplumumuzda, toplumsal cinsiyet eşitsizliği bağlamında şiddet ve olumsuzluklar kadınlarda daha fazla yaşanmakla birlikte erkekler de toplumdan ve bireylerden şiddet görmektedir. Maalesef kan davaları toplumunun erkekler için biçtiği rollerden birisi olup, her iki yönden kadın ve erkeğe yönelik şiddetin bir örneğidir.
Toplumsal cinsiyet rolleri her iki cinsiyete de farklı yükler getirmektedir.
Peki, kadınlar arabalara ilgi duyamazlar ya da erkekler iyi yemek yapamazlar mı?
Ya da kadınlar başarılı olamazlar, erkekler duygulandığında ağlayamazlar mı?
Sizce renklerin, oyuncakların, mesleklerin, sorumlulukların, duyguların, eylemlerin
cinsiyeti var mıdır?
Toplumsal cinsiyet sadece insanın bir icadıdır ve bireyleri kalıplara sokarak şekillendirmeye
çalışırken bireyler üzerindeki olumsuz etkileri ise oldukça fazladır.
Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanabilmesi için, bizlere düşen en önemli görev ise,
çocuklarımızı büyütürken kadının erkekten, erkeğin ise kadından üstün olmadığını, her iki
cinsiyetin de eşit haklara sahip olduğunu, sevginin saklanmaması ve yaşanması gereken bir
duygu olduğunu ve herhangi bir canlı üzerinde hak sahibi olmadığımızı benimseterek
yetiştirmektir.