Toplumsal Dönüşümünde Aile Kurumunun Kaybettikleri Ve Nasıl İyileşeceği

Yazar Seyran AkdaşPsikolog • 21 Eylül 2020 • Yorumlar:

Aile içi şiddet, taciz, ensest, cinayet!

Neler oluyor en güvenli sığınağımızda?

Bunca kötülük nereden türedi?

Ahlak çöktü mü?

Tüm bu olanlar toplumsal bir cinnet mi?

Evet medyanın etkisiyle karşılaştığımız akıl almaz olaylar hepimizi tedirgin etmekte.

En güçlü ve sarsılmaz diye inandığımız “AİLE” kavramı,  günümüz toplumunda değişmekte, dönüşümü öngörememek ve hazırlıklı olamamak kayıpları da beraberinde getirmektedir. 

Moderniteye olduğu haliyle ayak uyduramayan “Kutsal Kurumumuz” geleneksel aile yapısının bozulması, bağların çözülmesi ile bir taraftan bu sistemde hayatta kalmaya çalışırken diğer taraftan dağılma kaygısı yaşamaktadır. 

 Her gün basında, haberlerde ya da kulaktan kulağa artan konuşmalarda duyulanlar: “Bu hale nasıl geldik!” “Nereye gidiyor bu memleketin insanı!” “Ahlak ve değerlerimiz yok mu oluyor!” serzenişlerini arttırmaktadır. Bunda haklılık payı oldukça yüksektir. Zira değerlerin ve inançların kale gibi koruduğu ailemizin sınırları çözülmüş, yeniden nasıl yapılandırmalı sorusu henüz cevaplanmamıştır.

Önce şunu kabul etmemiz gerekir ki değişim kaçınılmazdır. Termodinamiğin ikinci yasasına (entropiye) göre var olan her şey mutlak düzenden düzensizliğe, kaosa doğru tek yönlü hareket eder. Bu sebepledir ki insana irade ve sorumluluk verilerek ondan, bilinçli bir çabayla düzenin korunması beklenir.  Sorumluluk alanını belirleyen evrensel ve insani yasalar vardır. Sınırlar ise bu kaosu dizginleyen güçlü unsurlardır. Öyleyse sınırlar nerede başlar nerede biter sorusuyla başlamak gerekir. 

Sınırlar doğduğumuz andan itibaren sarılıp sarmalanmamızla başlar, yaşam boyu da oluşmaya devam eder. Sınır kavramı sınırlanmak, kısıtlanmak gibi anlaşılsa da bilakis özgürlük alanıdır. Benim nerede bitip, diğerinin nerede başladığını, sorumlu olduğum ve olmadığım şeyleri, ne yapıp ne yapmamam gerektiğini belirginleştiren sınırlar hayatımızın işleyişini kolaylaştırır. Geleneksel toplumda törenin, dini öğretilerin, kişisel hakların, adetlerin, ayıp olmasınların, hatır gönül meselelerinin, korku ve kaygılardan kaynaklı tutumların iç içe geçmiş sınırları, nerede nasıl bir tutum sergileyeceğimizi zorlaştırır. Bu sebeple, din adamı diye irade teslim edilen ve mağdur olunan bir çok vaka duymuşuzdur. Ya da töre diye çocuk yaşta insanların evlendirildiğini. Böylece “cehenneme giden yol iyilik taşlarıyla döşelidir” noktasında buluşup mağduriyetlere ah vah ederek bakmışızdır. Bunca çocuk istismarı vakası olduktan sonra çocuklara bedeninin sınırlarını öğretmemiz mi? Yoksa çocuktur anlamaz, çok tatlı deyip önüne gelenin öpüp mıncıklamasına izin vermemiz mi daha sorunlu bilinmez fakat, mağdur ola ola öğrenmeyi bir tarafa bırakıp bilgiyi kuşanarak öngörülü olmaya gayret etmeliyiz.

Modern toplumlarda devlete düşen en önemli görev sosyal devlet desteği, bireylerin tek tek haklarını koruyabilecek bir sistem oluşturabilmesidir. Bizlere düşense hayatı, olayları ve insanları daha bilinçli ve dikkatli anlamak ve değerlendirmektir. 

ÇÖZÜLMENİN SOSYO-KÜLTÜREL BOYUTU

 “Üzüm Üzüme Baka Baka Kararır”

Geleneksel-Cemaat Toplumundan, Modern-Cemiyet Toplumuna geçerken çeşitli çözülme ve çürümeler toplumun genelini tereddüte sürüklerken bunu yok saymak, görmezden gelmek ya da isyan etmek; mevcut olana tutunarak değişime direnmek işe yaramamış, küresel bir köye dönen dünyanın dayattıklarına isyan etmek, başını kuma gömen deve kuşu misali mizahi kalmıştır. Değişime hızla adapte olan yeni nesiller ile öncekiler arasındaki açı büyümüş, atomizasyon birliği parçalamıştır. Örneğin, cep telefonu liseye geçtiğinde alınan büyük çocukla, bilgisayar oyununu cd ile kısa süreli oynamasına izin verilen ortanca çocuk arasında, onunla da neredeyse takibi ve kontrolü mümkün olmayan online oyun oynayan kardeş arasındaki farka rağmen çocuklar aynı ailenin üyeleridir. 

Dışarıdan dayatılanları güçlü bir referansla tolere edemediğimizde elimizdeki değerler de işlevini yitirmektedir.

Hem değerleri yitirmeden hem de değişime bilinçli bir şekilde adapte olmak gerekir. 

Bir istismar ya da şiddet unsuruyla karşılaşıldığında, “bunlar hep batıdan gelen ahlaksızlıktan deyip geçmişe övgü dizip ahh’lanmak bizim bir işimize yaramadığı gibi, hakkaniyetli de değildir. Zira yapılan kayıt dışı istatistiklerde kültür, inanç, bölge ve birçok unsur fark etmeksizin on aileden birinde aile içi istismar saptanmıştır. Son zamanlarda bu kadar duyuyor olunması arttığı anlamını değil, gün yüzüne çıktığı anlamını taşımaktadır. Bu durumda çürümeyi sadece dışarıya atfetmek uygun düşmez, çürüme havasızlıktan, yani kapalı toplumun dezavantajlarından da kaynaklanır. Batıdaki uçlarda gezen benmerkezcilik topluma ne kadar zarar veriyorsa, doğunun bireyi ve bireysel ihtiyaçlarını yok sayan dayatmacı tutumu da bir o kadar tehlikelidir. Çünkü insanın doğuştan getirdiği var oluşsal ihtiyacı hem “birliktelik” hem “bireysellik”tir.

 “Kol kırılır yen içinde kalır”, Eşimi-çocuğumu hem severim hem döverim”, “Yaptıysa vardır bir bildiği”, Aile içine karışılmaz”, Evlenilecek kadın-eğlenilecek kadın”, “Dindardır ondan zarar gelmez”, “Böyle gelmiş böyle gider”, “Biz ailemizden böyle gördük” gibi yaklaşımlarla sağlıksız sistemler hasıraltı edilip tespit ve çözümü geciktirilmektedir. Elli yıl sonraki gençliğin ortak bir inanç, değer, coğrafya v.b. algısı olmadan yaşayacağı öngörülen dünyamızda deistliğe kayan dindar aile çocukları azımsanmayacak kadar artmakta. Demek ki bizim ailemizden görüp sürdürdüğümüz sistem bizden sonraki nesillerde işlevsel değil. Biz istesek de istemesek de değişim bizi sürüklerken savrulmamak için sörf yapmayı, yani dayatılanları olduğu gibi alıp asimile olmak ( Kendi özünü kaybedip, kendi yaşam biçimine ket vurup başka benlikleri özümsemek ve onlar gibi yaşamak) yerine, adaptif olmak ( kendi değerlerini kaybetmeden yeni duruma uyum sağlamak)  gerçekçi ve işlevsel olandır. Ne gelenek tamamen iyi olan ne yenilik tamamen kötü olandır. Buradaki bağlantıları sağlıklı bir şekilde kuramayan bilinç eksikliği, yani bilgi ve donanım yetersizliği asıl sorundur. 

 

ÇÖZÜLMENİN PSİKOLOJİK BOYUTU

Yaşanan aile içi talihsiz olayları psikolojik olarak ele alırken iki başlık açmak gerekir. Bunlardan birincisi psikopatoloji, ikincisi ise psikolojik gelişim. 

Psikopatolojik yani anormal, tedavi gerektiren psikoloji durumundaki insanları tespit edip tedaviye yönlendirmemek  bu tür olayların genişleyerek sürmesinde önemli bir sebep.  Özellikle kişilik bozukluğu olan kişilerin hastalık belirtilerini sinirli, içe kapanık, dengesiz, öfkeli gibi normal tepkilere indirgeme çabası yakınlarına ciddi hasar vermektedir. Gündemde uzun süre kalan vakada, etrafındakileri de etkisi altına alarak  içinde şiddet, ensest, cinayete varan olayların müsebbibi olan   kişide öngörülen  “paylaşılmış paranoid bozukluk” ,  gerçeği değerlendirme yetisinin bozularak  mantıklı tartışmayla değiştirilemeyen, gerçeğe uymayan düşünceleri bir şekilde etkide kalan kişiye empoze eden ağır bir hastalıktır. Hezeyanlarını kendine üstün güçler vehmederek etrafındakileri cinayete varan kötülükleri yapmaya yönlendirecek kadar etkileyen durum, tamamen ahlak sorunu değil hasta ve normal insanı ayırt edebilme bilincinin olmayışı yani cehalettir. 

Bu tür hastalıkların kökeni de genelde ilk çocukluk dönemindeki sağlıksız ebeveyn tutumu ve çevre koşullarıdır. Sonrasındaysa travmalar sebep olabilir. Bu tip hastalar hastalıklarını bir şekilde maskeleyerek hatta bunlar üzerinden kurban ve mağdur algısı yaratarak etrafı manipüle etme, kullanma ve onların da psikolojilerini bozma eğilimindedirler. Toplumda azımsanmayacak kadar fazladırlar. İçe kapanık denen kişinin psikotik ya da anti sosyal bozukluğu olabileceği gibi, çapkın ya da tutarsız diye tanımlanan kişi borderline ya da bipolar hastası olabilir. Hele ki çok yaygın olan narsistik kişilik yapılanması ya da bozukluğu belirtileri ağır abi, seçici, kolay kolay her şeyi beğenmez diye geçiştirilirken etrafa ve kendilerine zararı artarak sürmektedir. 

Psikolojik gelişim ise insan yavrusunun doğduktan itibaren ay ay, yıl yıl gelişim evrelerine uygun olarak destek görmesi ve sağlıklı bir kendilik oluşturabilme meselesidir. Sağlıklı bir kendilik olursa diğer her şey de sağlıklı olur. Burada ebeveynin kendilik yolculuklarını epey yürümüş ve çocuğun kendi olması için gereken ihtiyaçları ve alanları karşılayabilmesi gerekmektedir. 

ÇÖZÜLMENİN EĞİTİM BOYUTU

Sorunların ve çözümlerin kökeni psikoeğitim ve genel eğitimdir. Bir buğday tohumundan bile nasıl verim alınır kongreleri yapılırken, insan yavrusunun kaderi belirsiz ve tekinsiz süreçlere bırakılmıştır. Yeni nesillere kimlik ve kişiliğinin gelişmesinde değerler bağlamında örneklik ve rehberlik edecekken, biz hala çocukluğumuzda giderilememiş ihtiyaçların ya da yaraların derdiyle, ve sosyo-ekonomik çıkmazların çaresizliğiyle boğuşuyoruz. Devletin ve ailelerin hala yeterince eğitime önem vermediği bir toplumda herkes için zemin kaygan görünüyor. Çocuklara, gençlere tarihler, rakamlar, rekabet öğretmeken önce, “İNSAN”ı, potansiyelini, özelliklerini, , zihnin işleyişini,  ruhsal ve zihinsel güçlerini hayatta nasıl kullanabileceğini, özgüven ve özdeğer nasıl kazanılır ve korunur mevzunu, sağlıklı ilişkilerin nasıl kurulup sürdürüleceğini, ekonominin nasıl yönetileceğini ve her şeye rağmen kendinden ve onurundan vazgeçmeden nasıl hayat süreceğini, onun ne kadar değerli olduğu üzerinden öğretilmeli.

 Donanımlı bir halde büyütülmeyen karakterler sağlıklı kişilik sergilemede zorlanırlar. İşlenmemiş bir elmas gibi ham, kaba, işlevsiz kalırlar, ya da üstü cilalı imitasyonlar gibi… sonuç olarak yaşam duaileteden yani zıtların biraradalığından oluşur. Gölgelerde kaybolmamak, karanlıkla savaşmak, zararları en aza indirgemek için bilgi ve bilgelikle kuşanmalıyız. Bu dünyada ne kadar sağlam kökler verirsek, o kadar sağlıklı dallarımız ve meyvemiz olur. Ve biz o yağmurun, selin sürüklediği çel çöp olarak değil, dünyaya mukavemet veren gürbüz ormanlar ve dağlar misali savrulmaz, kandırılmaz, aldatılmaz, mağdur edilmez, varoluşumuza uygun  yaşam sürmüş oluruz.

Demek ki neymiş?

Her şey benimle, kendimi sağlam biçimde inşa etmemle, sorumluluklarımı almamla ve yaşamı nezaket ve sabırla imar etmemle başlar ve sürermiş. Aile ve toplum da böyle bireylerin birlikteliğiyle güç ve uyum içinde sürüp gidermiş. 

 

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Yazar

Seyran Akdaş Aile Danışmanlığı, Psikoloji

Randevu al Profili görüntüleyin

Yorumlar: (0)