Travmatik Anıların Hayatımıza Etkisi

Yazar Emine Özdemir • 22 Kasım 2024 • Yorumlar:

Hatırlayalım veya hatırlamayalım hepimizin geçmişinde travmatik anılar vardır. Bu anıların çalışılması ruh sağlığımız açısından oldukça önemlidir.

Travmatik belirtiler kişiden kişiye değişmekle birlikte, travmatik anı, üzerinden uzun bir zaman geçmiş olsa da hayatımız üzerinde etkisini sürdürmeye devam eder.

Travmatik durumun ortaya çıkması psikanaliz açıdan şu şekilde açıklanır. Kişi, duygu yükü fazla olan bir durumla karşılaştığında, kişinin benliği bu olayı savunma mekanizmaları ile benliğinden uzaklaştırır veya duyguyu ve olayı birbirinden ayırır.

Duyguların eşlik ettiği yaşantılarda, bedenimizde oluşan fizyolojik reaksiyonlar, refleksler ve/ya aktiviteler sonucunda duygu, enerjisini boşaltır. Ancak bazı durumlarda duygu, enerjisini boşaltamaz, düğümlenmiş olarak kalır ve bu duygunun bağlandığı yaşantıya ait hatıralar bilinçten ayrılır. Enerjisi boşalmamış olan bu duygular, çeşitli somatik belirtiler olarak ortaya çıkar.

“Histeri Üzerine Çalışmalar” adlı kitabında Freud; “büyük bir şaşkınlıkla tek tek her bir histerik belirtinin, kendisini tetikleyen olayın anısını ortaya çıkarmayı ve ona eşlik eden duyguyu uyarmayı başardığımızda ve hasta bu olayı en ayrıntılı biçimde anlatıp duyguyu dile getirdiğinde hemen ve kalıcı bir biçimde ortadan kalktığını bulduk” der.

Bu bağlamda terapide anıların konuşulması ve anıdan ayrılan duygunun ele alınması oldukça önemlidir. Kişinin duygu yükü fazla olan yaşantılarını, güvenli bir ortamda ve güvendiği bir kişiye anlatması semptomların ortadan kalkmasında önemli bir etkiye sahiptir. Ancak terapide bile olsa, geçmiş bir anının konuşulması iyileştirici bir etki için tek başına yeterli değildir.  Freud’a göre anının hatırlanmasının terapötik bir etki oluşturabilmesi için, hastanın olay esnasında hissettiği duyguyu yeniden hissetmesi gerekir. “Duygulanımsal yükten yoksun bir anı neredeyse her zaman tümüyle etkisizdir” der.

6 Şubat depreminden sonra depreme maruz kalmış pek çok kişiyle çalışma fırsatım oldu. Bu kişilerden bazıları günlerce enkaz altında kalmış ve yaralanmış, bazıları da depremde pek çok yakınını kaybetmiş kişilerdi. Yaptığımız görüşmelerde, yaşadıkları büyük felakete ve kayıplara rağmen herhangi bir duygu hissedemediklerini ve bu hissizliği anlamlandıramadıklarını ifade ediyorlardı. Bazıları yakınlarını kaybetmesine rağmen üzüntü hissetmediği için kendi kendini suçluyor, bazıları da yakınlarına duydukları sevgiyi sorguluyordu. 

Anlamlandıramadıkları bu durum, yoğun bir duygu yükü karşısında benliğin, kişiyi koruması için kullandığı savunma mekanizmalarından biri olan dissosiyasyondu.  Ayrılma, bölünme ve çözülme anlamına gelen dissosiyasyon, yoğun bir duygu yükünün ardından yaşanıyordu.

Dissosiye olan kişi, yaşadığı olayı ve olayın duygusunu birbirinden ayırır. Bu yüzden olayı hatırlasa da, olayın duygusunu hissetmez. Olayı ve duyguyu birbirinden ayırmak, bilinçli yapılan bir şey değildir. Bu tamamen bilinç dışı bir şekilde otomatik olarak gerçekleşir. 

Savunma mekanizması nedeniyle hissedilemeyen duygular ve dile dökülmeyen anılar, semptomların en önemli nedenidir. Freud’a göre, insanları hasta eden şey, anlatamadıkları öyküleri ve hissedemedikleri duygularıdır. Hissedilemeyen duyguların enerjisi, yukarıda da belirtildiği gibi çeşitli semptomlara yol açar.  Bu semptomlar; panik atak, kaygı bozukluğu, depresyon gibi psikiyatrik hastalıklar olabileceği gibi, baş ağrısı, göğüs ağrısı, ellerin uyuşması, mide bulantısı gibi bedensel semptomlar da olabilir. 

Bastırılmış yaşantıların ve duyguların anlatılması neden bu kadar önemlidir? Çünkü hastanın hissettiği duyguya alan açması ve bu duygunun enerjisini boşaltması , iyileşebilmesinde büyük bir etkiye sahiptir. Bastırılan duygusal enerjinin boşalması, düdüklü tencerenin içinde biriken basıncın yavaşça dışarı çıkması gibidir. 

Duygunun yaşanması ve semptomların ortadan kalkması için bilinç dışındaki malzemenin bilinç düzeyine  gelmesi çok önemlidir. Bilinçdışındaki malzemenin bilince nasıl çıktığı sorusuna; “kendisine karşılık gelen sözcük temsillerine bağlanarak” sözleriyle yanıtlayan Freud’a göre; bir şeyi yaşamakla, yaşananı duymak,  aynı içeriğe sahip olsa da ruhsal açıdan farklı bir etki oluşturur. 

Bununla birlikte bilinç dışındaki malzemenin bilince gelmesinin en kral yolu olarak görülen rüyalar, dil sürçmeleri ve serbest çağrışım yöntemleri ile çalışmak da kişinin bastırdıklarının bilinç düzeyine çıkmasını sağlayan önemli araçlardır.

Özetle psikanalize göre; kişinin hem bedensel, hem ruhsal olarak hastalanmasına yol açan şey anlatamadığı, bastırdığı travmatik yaşam olayları ve duygularıdır. Kişinin yaşadığı bu olay, duygusuyla birlikte bilince getirilebilir ve duygu boşaltılabilirse, semptomların sürmesine yol açan gücün etkinliği biter ve semptomlar ortadan kalkar. 

Yazımı, duygusal zorluğun konuşulmasının kişiyi nasıl etkilediğini vurgulayan Mevlana’ya ait şu sözlerle noktalamak istiyorum; “Dertli insan, içi duman dolu odaya benzer.Onu dinlemek odaya pencere açmak gibidir.”

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Yazar

Emine Özdemir Psikolojik Danışma ve Rehberlik, Psikoloji Uzm. Kl. Psk.

Randevu al Profili görüntüleyin

Yorumlar: (0)