Tüketim Çılgınlığı ve Ruh Sağlığımız
Yazar Abdurrahman Atalay • Psikolog • 4 Ağustos 2022 • Yorumlar:
Şüphesiz şu an iğnelemeye başlayacağımız bu mecra 21. Yüzyıl dünyasının dev finansal ağı ve “olmazsa olmaz”ı gibi görünüyor… Şahsi kanaatim ; keşke hala takas yapıyor olsaydık! O zaman birbirimiz ile daha fazla iletişim kurar, birbirimizden korkmaz ve senede 15 gün tatil için 350 gün çalışmazdık. Bu konu o kadar derin ve çetrefilli ki, abartmıyorum, bu “tüketim çılgınlığı”nın önüne geçebilirsek diğer sorunların büyük çoğu kendiliğinden ortadan kalkacaktır…
Aslında her şey “her arz kendi talebini doğurur” düşüncesi ile başladı, sonra reklamlar ve AVM’ler birbirini kovaladı. İlk bakışta masum hatta faydalı görünen bu dev yapılar ve reklam sektörü, biraz irdelediğimizde, bizi nasıl baltaladığını kendisi gösteriyor. Son dönemin popülerleşmekte olan psikoloji akımlarından rasyonel yaklaşımın sıraladığı irrasyonel düşünceler, yani bizi psikolojik probleme sürükleyen bilişsel yapılardan ikisi aşırı kolaycılık ve aşırı talep karlıktır! Aşırı talep karlığı ise o hep “yarının büyükleri” dediğimiz çocuklarda daha mı çok görüyoruz sanki? Yada siz?! Niye hep daha iyi (!) bir telefon almak zorundasınız? Moda niçin her sene değişir? Özellikle erkek modası? Yakın tanıyanlar bilir beni, anlam veremem, tek farkı üzerindeki çizgiler ve benekler olan bir takım elbiseyi niye almam gerekir ki? Reklamlar yolu ile bütün bunlara ikna olduktan sonra sıra kolay ulaşmaya gelir ki bunun vesilesi ise mantar gibi türeyen AVM’lerdir… Yalnız bu noktaya ulaştığımızda öyle bir kısır döngü içine gireriz ki; akıllara ziyan! Bütün bunlara sahip olmak için daha çok çalışırız, çalışırız amma öyle lalettayin bir iş de bizi kurtarmaz; yaptığımız iş de havalı olmalı, değil mi? Defaatle şahit olmuşumdur; yarısı kadar maaş verildiği halde, sırf “cam bina”da veya AVM de çalışmak için iş değiştirenlere. Sonuç; size daha fazla mal satmaya çalışan insanlar için daha fazla çalışıyoruz ve yalnızca kendimizi tüketiyoruz… Evet fark ettim konumuzun dışına çıktım, affedersiniz… Aşırı talep karlık dedik; peki, niçin talep ediyoruz bütün bunları, niye ihtiyaç duyuyoruz? İşte burada da karşımıza Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi tablosu çıkıyor. Bunu da kabaca şöyle sıralayabiliriz;
1. Fizyolojik gereksinimler (nefes, besin, su, cinsellik, uyku, denge, boşaltım)
2. Güvenlik gereksinimi (vücut, iş, kaynak, etik, aile, sağlık, mülkiyet güvenliği)
3. Ait olma, sevgi, sevecenlik gereksinimi (arkadaşlık, aile, cinsel yakınlık)
4. Saygınlık gereksinimi (kendine saygı, güven, başarı, diğerlerinin saygısı, başkalarına saygı)
5. Kendini gerçekleştirme gereksinimi
Maslow; bu sıralamanın insanın kademe kademe ihtiyaçlarını belirttiğini, istisnalar olmakla beraber bir kademe geçilmeden diğerine ulaşılamayacağını ifade eder. Haklılık payı da vardır; besin bulamayan veya solunum problemi yaşayan bir insanın bir ahbap grubu veya düzenli bir sosyal hayat talebi ikinci plana düşer doğal olarak…
Listeyi göz önüne aldığımızda; Yayınlanan reklamların hemen hepsinde bu tablodan parçalar bulabilirsiniz. Reklamlarda tema olarak kullanılan bu temel ihtiyaçlar, bizlere; “bunlara sahip olmazsanız bu ihtiyaçlarınızı karşılayamazsınız” yahut “bunu aldığınız takdirde tercih sebebi olursunuz” mesajını vermektedir. Parfüm kullanan kadının yahut modaya uygun giyinmiş erkeğin karşı cinsi tarafından beğeniliyor olması, hatta ve hatta bazen bu mesajların çocuklarımızın dahi hayatında yeri olan dondurma ve gıda reklamlarına yerleştirilmiş olması durumun vahametini arttırmaktadır. Yine belli bir ürünü kullananların yakın insani(!) ilişkiler içinde olduğunu gösteren reklam örnekleri de oldukça fazladır… Freudian ekol baz alınarak özellikle çocuk ve ergenlerdeki saldırganlık ve “özgürlük” örtüsü altına gizlenmiş asilik yapısını besleyen reklamlarda mevcuttur. Ürünü tüketen gencin daha hazır cevap veya daha popüler veya kahramanca işler başaran ve özellikle ebeveyn sevgisini kazanan bir rol sergiliyor olması gençlerimizi ve çocuklarımızı etkilemektedir.
Peki; bunları konuştuk, haklılık payı da var, ruh sağlığımıza olumsuz etkisi nasıl oluyor? Bu durumların en temeldeki götürüsü hayat tatmini ve özgüvenimizde oluşturduğu tahribattır. Bir gruba dahil olmanın / olabilmenin yahut okul içinde popüler olmanın yolu kişisel meziyetlerimizden ziyade giydiğimiz marka, kullandığımız elektronik aletler ve “takıldığımız” mekanlar olmaya başlamışken, insanlar kendilerini tükettikleri eşyalardan ibaret hale getiriyorken; bireyin biricikliği ortadan kalkıyor! Herkeste var ve herkes gidiyor diye yapılan faaliyetler, tüketilen ürünler bizi biz olmaktan çıkartıp “herkes” haline getiriyor. “Herkes” olabilecek maddi durumu olanlar kendi biricikliğini yaşayamamanın eksikliğini yaşarken ; bu madde merkezli toplumun içinde kalmış insanlar ise tüketemeyişlerini bir eksiklik kabul ederek özgüven eksikliğinin / ruhi çöküntünün içine düşüyorlar. Bu kadar ile kalmıyor; “Herkes”ler; “herkes” kalabilmek yani tüketebilmek için daha çok çalışmanın derdine düşüyor, daha çok kazanmanın derdine, peki ne oluyor? Kendi biricikliklerini yaşayamadıkları gibi bugünlerini de yaşayamıyorlar, bu da onları ihtiyaçlar pramidinin en tepesine yani kendini gerçekleştirmeye yani kendini yaşamaya, biricikliğine biraz daha uzaklaştırıyor. Hayat tatmini zaten olmayan bu herkesler bir de dönüp arkalarına bakıyorlar ki; ömür tarlasının yarısı yürünmüş ve bir avuç ekin dahi ekilememiş, işte bu ölüm anksiyetesini doğuruyor ve psikolojik problemler dökülmeye başlıyor… Elde var tükenmişlik ve elde yok; SEN!
Peki ya “herkes” olamayanlar?.. Bu soru sorulunca İbrahim Tatlıses’in o meşhur meyhane sahnesi canlanıyor gözümde :
“-hepsinin flütü varmış ha… hepsinin flütü varmış! Neden benim oğlumun flütü yok ulen! Neden!! Söylesenize kaç para ulen bi flüt! Kaç para ulen! +Oğlum, kendine gel , senin gibi adama yakışıyor mu? -Adam mı? Oğluna flüt alamayan adam mı olur Faik baba!”
Şimdi de sahne farklı materyal farklı ama ortam aynı “hepsinin tableti var baba/abi/anne” , “hepsi falanca markayı giyiyor” peki sonuç? İmkan yoksa alamamak. Veya aileyi zora sokarak almak, peki niçin ? Çünkü kendi kıymetimizi ve biricikliğimizi unuttuk! Alınamaması halinde çocuk gruba dahil olamaz , özgüven problemi yaşar, ebeveynin durumu ise tam bir tükenmişlik ve çaresizlik halidir.
Diğer taraftan “herkes” olabilenlerin çocukları ve bazen de kendileri “aşırı kolaycılık” kurbanı olurlar. Zaman sonra bu irrasyonel inanış hayatın tamamına sirayet eder, gerçek hayat ile karşılaştıklarında özellikle de duygusal ve insani ilişkilerde; karşısındakini birey olarak değil madde olarak gören kişi, ona beklediği gibi kolay ulaşamaması halinde çöküşe girer, varlıklarını ve başarılarını sorgulamaya yönelebilirler.
Bu ilk bakışta görünenler , birde insani durumumuz var… İnsanlar artık birbirleri ile muhatap olmak yerine tükettikleri ile muhatap olduklarından birbirlerini daha az tanır daha çok korkar oldular. Diğer taraftan konuşmamak , iletişim kurmamak şiddeti beraberinde getiriyor. Çocuklar ve gençler arasında akran zorbalığı, aile içi şiddet ve iş yerlerinde mobing, içinde yaşadığımız durumun doğal neticesi. He tabi birde insanlar iletişim kurmadıkları için daha rahat “herkes” olabiliyor. Eğer konuşulsa, diyalog kurulsa bireyler birbirleri arasındaki farklılıkları fark edecek yani biricik ve özel olduklarını görebilecekler! Günümüzde diyalog dahi tüketim üzerine kurulu; “ falanca telefonun kamerası süper” “bi araba yapmışlar 7 ileri vites “ vesaire , cervantes’in don kişot’undan bahsetmiyor çocuklar; veya gençler Namık Kemal’in sergüzeşt-i ali bey’ini konuşmuyor. Bunları konuşmamaları, toplum olarak üretkenliğimizi köreltip daha fazla tüketime boğarken, bireyin üretmek ve başarmak neticesinde elde ettiği haz, güven ve başarı duygusunun yerine tüketim sonucu elde edilen o yapay hazzı koyuyor, yeni nesillerin bu sentetik duygular ile uyumasına sebebiyet veriyor.
Sıkılmayacağınızı bilsem sayfalarca yazar, saatlerce konuşabilirim bu cerahatli konuyu, ancak son diyeceğim şu; AVM koridorlarını, süslü vitrinleri ve billboardları unutun gitsin, SEN; içinde bir yerdesin!