Türkiye'de Ebeveyn Olmak
Yazar Damla Kankaya • Psikolog • 13 Ekim 2020 • Yorumlar:
Çocuğunuzla iletişim kurarken zorluk mu çekiyorsunuz? Çocuğunuz akranlarıyla arkadaşlık kurarken geri planda mı kalıyor? Kendisini ifade edemiyor; çoğunlukla sessiz, utangaç ve içe kapanık haller mi sergiliyor? Peki bu sorunların temelinde yatan gerçeklik ne olabilir? “Çocuklar anne babanın aynasıdır” sözünü duymuşsunuzdur. Bu sözü ben 3 sene önce internette bir yazı okurken görmüştüm ve o gün bunu okuduğumda yaptığım sorgulamayı, bugün daha büyük bir farkındalıkla yeniden yapıyorum.
Anne-babalığın çocuğun hem bilişsel (zihinsel) gelişimi hem de fiziksel gelişimi üzerindeki etkisi yadsınamayacak kadar çoktur. Ebeveynler daha çocuk dünyaya gelmeden önce çocuk üzerinde genetik bir etkiye sahiptir. Bu genetik etkiler çocuğun fiziksel ve bilişsel gelişimini etkiler. Birçok araştırma gösteriyor ki çocuğun saç renginden zeka aralığına kadar birçok oluşum başta anne ve babanın genlerine göre şekillenir, geri kalan ise çevresel faktörlerdir. Peki bu çevresel faktörler neler olabilir? Aile ortamı, yaşadığı ve büyüdüğü toplumdaki örf ve adetler, yaşadığı ülkenin yönetim şekli, yaşadığı toplumun inandığı din, sosyal çevre ve daha birçok madde çevresel faktörlerin içine girer ve çocuğun zihinsel gelişimine etki eder.
Avrupa Birliği ülkelerindeki çocuk nüfus oranları ile kıyasladığımızda, Türkiye çocuk nüfusunun en yoğun olduğu ülke. Doğal olarak ebeveyn oranının da en fazla olduğu ülke. Peki Türkiyedeki bu çocukların yüzde kaçı ebeveynleri tarafından yeterli bakımı alıyor? Yüzde kaçı topluma faydalı bir şekilde istihdam edilip istediğimiz gibi özgüvenli, güçlü, kendini ifade edebilen, yaşamdan zevk alabilen yetişkinlere dönüşüyor? Öncelikle Türkiye’de ebeveyn olmak derken neyi kast ediyoruz bunu açıklayalım: Her toplumun elbette ki kendine ait gerek kültürel gerek dinsel gelenekleri vardır. Bir çocuk bir ülkede doğduğunda aslında pek çok şey o daha yürümeyi bile bilmezken etrafında şekillenmeye başlar ve çocuğun zihinsel gelişimini etkiler. Örneğin avrupa ülkelerindeki ebeveynler daha bağımsız, bireysel ve mesafeli bir tutumla çocuk yetiştirirken; Türkiye’de ise çok daha bağımlı, sıcak, aileyle iç içe ve kontrolcü bir çocuk yetiştirme anlayışı vardır. Peki bu kültürel ve geleneksel tutumların bizlere olumlu ve olumsuz dönüşleri nasıl oluyor? Ben bu yazıda özellikle olumsuz sonuçlara sebebiyet veren kalıp tutumlarımıza değineceğim çünkü bu yazıyı yazmaktaki amacım çok küçük de olsa bir farkındalık yaratmak istemek. Benim de içinde büyümüş olduğum kendi geleneklerimizin sadece olumsuz taraflarını ön plana çıkarıp eleştirmek değil, aksine çocuk yetiştirirken bu ön planda kalan ve çocuğun gelişiminde olumsuz sonuçlara sebebiyet verebilecek bazı kalıp tutumlarımızı iyileştirmek ve bu olumsuz tutumların yaygınlığını azaltmak.
İlk olarak bu olumsuz tutumların başında ebeveynlerin çocuklarına otoriteryan bir biçimde yaklaşması geliyor. Aşırı disiplini, çocuğun anne-babasından korkmasını olumlu bir şey olduğunu düşünüyor, hatta yer yer çocuğumuzun nasıl da sözümüzden çıkmadığını“konu-komşuya” anlatıyoruz. Peki bu kendi oluşturduğumuz korkunun; çocuğun üzerinde nasıl bir baskı yarattığını, birçok konuda çocuğun paylaşımlarını bizden önce çevresindeki çok daha yabancı insanlarla yaptığını, bir hata yaptığında bunu itiraf edecek cesareti bulamadığı için içine kapandığını, yine aynı şekil de bu hatalarını gizlemek için birçok kere yalana başvurduğunu düşünüyor muyuz hiç? Yoksa tüm bunlar için önce çocuğu suçlamak daha mı kolay?
İkinci olarak sıkça gözlemlediğim bir diğer sorun, çocuğu bireysel yeteneklerinden soğutmak. Bunu nasıl ve ne zaman yapıyoruz? Çocuğumuz bir resim çizdiğinde onu desteklemek yerine “böyle boş işlerle vakit harcayacağına iki test çöz de notlarını yükselt” derken bunu yapıyoruz. Çocuğunuz size dans etmek istediğini söylediğinde veya evde internette gördüğü bir dans figürünü taklit etmeye çalıştığında “dansçı olup aç mı kalacaksın, onun yerine daha çok ders çalış” dediğimizde yine bunu yapıyoruz. Çocuğumuzun etrafındaki tüm yolları kapatıp onları tek bir yolda ilerlemeye zorluyoruz, ders çalışmak. Bunun yanında çocuğumuzu büyürken bir hobi edinmesine bile olanak sağlamıyoruz ya da sağlayamıyoruz. Maalesef maddi olarak herkesin eşit olmadığı bir ülkede yaşıyoruz ve herkesin olanakları aynı değil. Bu durumda çocuğumuzu dansa, yüzmeye, çizim kursuna vs. göndermek çoğu aile için maalesef ki lüks bir şey. Fakat inanıyorum ki gerçekten gerekli görülürse her şey için bir imkan sağlanabilir.
Maddiyat konusuna değinmişken ailelerin “otoritelerini” kaybetmemek için sık olarak başvurduğu bir diğer yöntem veya hata: Çocuk ailenin istediği şekilde davranmadığında, çocuğu ekonomik açıdan manipüle etmek. Bu tutum o kadar normalleşmiş ki, ebeveynler bunu kabul edip narsistik derece kendilerini bunu yaparken de haklı görüyorlar. “Benim çatımın altında yaşıyor, benim ekmeğimi yiyor, tabii ki benim dediklerimi yapacak.” Eminim ki bu kalıplar size bir yerden tanıdık gelecektir. Ya da başka bir kalıp, “Kendi ayaklarının üzerinde durup parasını kazansın, ne yaparsa yapsın o zaman ama benim çatımın altında benim kurallarım geçer.” Buradaki en temel sorun, çocuğumuzu bir birey yerine koymamak. Çocuğun isteklerini tamamen yok sayıp kendi isteklerimizi çocuğumuzun istekleri olarak görmek. Burda söylemeye çalıştığım şey; çocuğun her istediğini yapalım, her dediği olsun, her istediğinde koşulsuzca para verelim değil. Fakat zaman zaman çocuğumuz bir dileğiyle yanımıza geldiğinde “hayır” deyip kestirip atmak yerine, en azından onu dinlediğimizi, onu anladığımızı hissetmesine olanak sağlamak. Onun düşüncelerine değer verdiğimizi gösterirsek, çocuk da kendini değerli hissedecektir. Bu değerli hissetme hali çocuğun kendini gerçekleştirmesinde önemli bir pay oynayacaktır. Çocuğunuzun içine kapanık, ürkek ve önemsiz olduğunu düşünerek mi büyümesini istiyorsunuz? Yoksa kendisini değerli hisseden, özgüveni gelişmiş, hatalar yapabileceğini bilip bunun da gayet normal bir şey olduğunu farkında olan ve en önemlisi kendini tanıyan bir birey olarak büyümesini mi? Burada tercih tamamen sizin.