UNUTULMUŞ ORGAN: BARSAK MİKROBİYOTASI
Yazar Tarkan Karakan • Gastroenterolog • 26 Mayıs 2017 • Yorumlar:
Bakterilerin toplam yüzey alanı tenis kortu büyüklüğündedir. İnsandaki gen sayısı 35.000 iken barsak bakteri gen sayısı 2 milyonun üzerindedir. Toplam barsaklarımızdaki bakteri sayısı ise 1015dir. Vücudumuzdaki toplam hücre sayısı ise 1014 yani onda biridir. Bu durumda çok ilginç bir sonuç ortaya çıkıyor. Bir insana baktığımız zaman o kişinin sadece onda biri insan, onda dokuzu ise bakteridir. Bu kadar büyük bir canlı varlığının vücudumuzda sağlık ve hastalığa etkileri ihmal edilmiş, daha doğrusu son on yıla kadar teknik yetersizlik nedeniyle çalışılamamıştır. Bazı bilim adamları barsak mikrobiyotasını “sanal organ” veya “unutulmuş organ” olarak isimlendiriyor.
Bu durumun farkına varan ABD, Avrupa Birliği ve Çin, 5 yıl önce insan mikrobiyom (bakteri geni) projesi başlattılar. ABD’deki “Human Microbiome Project” için 115 milyon dolar ayrıldı. Avrupa Birliği 7. Çerçeve kapsamında “MetaHIT Project” başlattı. Bütçesi 21 milyon Euro. Çin ise “Earth Microbiome Project” başlattı.
Doğumdan itibaren barsaklarımıza ilk yerleşen bakteriler Lactobacillus ve Bifidobacteri denilen yararlı bakterilerdir. Burada doğum şeklinin önemi var, sezeryenle doğan bebeklerin barsaklarına hastane ortamının, doktorun hemşirenin elindeki bakteriler bile yerleşebilir. Normal doğumda ise annenin doğum kanalında laktobasiller olduğundan bu bakteriler yerleşir. Anne sütü ikinci mucize, çünkü anne sütü (son bulgular annenin barsağındaki yararlı bakterilerin anne sütü ile çocuğa geçtiğini gösteriyor) bifidobakteri ve laktobasilleri hızla arttıracak prebiyotik dediğimiz maddeler içeriyor. İlk 2 yaş barsak bakterileri tam şeklini bulamıyor ama ek gıdaya geçilince hayat boyu oluşacak şekil tamamlanıyor. Yani hayatın kabaca ilk 5 yılı barsak bakteri yapımızın şekillendiği, olgunlaştığı dönem.
Bu dönemde antibiyotik kullanımı barsak mikrobiyotamızda kalıcı hasar bırakabiliyor. İskandinav Ülkelerinden yapılan bu yıl yayınlanan bir çalışmada 5 yaş civarında iki kez antibiyotik tedavisi almak, erişkin yaşta obeziteyi ve inflamatuvar barsak hastalığını 2-3 kat artırıyor. Çocuklarda barsak mikrobiyotasında bozukluk otizm, alerjik hastalıklar, obezite, inflamatuvar barsak hastalığı, spastik kolon, öğrenme ile ilgili bozukluklara neden oluyor.
Erişkinlerde de durum farklı değil. Barsak mikrobiyotası bozukluğunun görüldüğü başlıcac hastalıklar şunlar: Romatoidartrit, çölyak hastalığı, kolon kanseri, inflamatuvar barsak hastalığı, irritabl barsak sendromu (toplumda çok yaygın görülen karın ağrısı, kabızlık ve ishal gibi dışkılama değişiklikleri, gaz ile seyreden hayat kalitesi bozan kronik bir hastalık), Diyabet (Tip 1 ve tip 2), Metaboliksendrom, insülin direnci, gibi. Her yıl bu listeye bir yenisi ekleniyor.
- RUH SAĞLIĞI VE BARSAK BAKTERİLERİ
Ruh sağlımız da barsaklarımızla yakından ilişkili. Ne alakası var diyeceksiniz. Aslında çok var, çünkü barsak beyin ekseni denilen bir yolla, barsak bakterilerinin ürettiği seratonin ve benzeri maddeler depresyon, panik atak, endişe, hatta şizofreni ile ilişkili olduğunu gösteren çalışmalar var. Bu yıl yapılan bir çalışmada, depresyon hastalarının barsaklarında sağlıklı insanlardan farklı olarak bir bakteri (Oscillobacteria) olduğu gösterildi. Hayvan çalışmalarında barsak mikrobiyotası bozulan hayvanların öğrenme ve hafıza yeteneklerinin azaldığı gösterildi.
- OBEZİTE VE BARSAK BAKTERİLERİ
Obezite toplum sağlığı sorunu. Birçok nedeni var ama en başta Batı tipi yaşam tarzı. Batı tipi yaşam barsak mikrobiyotasını bozuyor, fast-food ve dondurulmuş, hazır gıdalar barsaktaki bakteri yapısını değiştiriyor. Ayrıca aşırı hijyende kötü. Yoğun antibiyotik kullanımı ile bakteri yapısındaki değişim erişkinlerde de obeziteye yol açıyor. Amerika’da antibiyotik kullanım haritası ile obezite haritası birbiri ile örtüşüyor. Tabi bu Ülkemiz için daha büyük bir sorun. Antibiyotiklerin bilinçsiz ve eczaneden reçetesiz serbest alınabildiği sayılı ülkelerden biri olduğumuz için, 20 yıl önce başlayan yaygın antibiyotik kullanımının faturasını ödemeye başladık. Türkiye’de obezite, alerjik hastalıklar ve inflamatuvar barsak hastalıkları hızla artıyor. Özellikle 20 yıl önce 5 yaş civarında olan erişkinlerde günümüzde bu hastalıklarda patlama var. Tabi bu durum antibiyotiklerin yaygın kullanıldığı zaman dilimine denk geliyor.
Barsak bakterilerinin vücut ağırlığımızı nasıl etkilediğini gösteren en güzel çalışma Nature dergisinde yayınlanan bir fare çalışması. Biri obez diğeri zayıf olan iki tane tek yumurta ikizi fareye zayıf bir insandan alınan bakteriler nakledildiği zaman, obez farenin aynı gıdaları yemesine rağmen zayıfladığı gösterildi.
- KOLON KANSERİ VE BARSAK BAKTERİLERİ
Barsaklarımızda yediğimiz besinler sadece bizim tarafımızdan değil, bakteriler tarafından da sindiriliyor. Bunun sonucunda bazen toksik maddeler oluşabiliyor. Kolon kanseri hastalarında sağlıklı insanlardan farklı bakterilerin olduğu ve bu bakterilerin kanserojen üretebildiği, bunun da polip ve kansere yol açtığı birçok hayvan ve insan çalışmasında gösterildi. Gelecekte bu bakterilerin daha iyi tanımlanmasıyla tedavi edilerek kolon kanseri önlenebilir.
- DİYET VE MİKROBİYOTA
Günümüz beslenme tedavileri kaloriler, yağlar, proteinler, karbonhidratlar ve bunların dengelenmesi ile yapılıyor. Ama unutulan bir faktör var, barsak bakteri yapısını olumlu yönde değiştiremezseniz, kilo vermek pek mümkün değil. Fransa’da yapılan bir çalışmada, diyet verilen obezlerden sadece barsak bakteri yapısı belirli şekilde olanlar kilo veriyor. Yani bazı insanlar az kalori alsalar bile barsak bakterileri kalori üreterek zayıflamalarını zorlaştırıyor. Sanırım gelecekte çok farklı zayıflama diyetleri (örneğin mikrobiyota değiştirici diyetler) gündeme gelecek.
- KARACİĞER YAĞLANMASI (NON-ALKOLİK STEATOHEPATİT)
Son yılların en moda hastalıklarından biri. Bazı hastaları siroza hatta karaciğer kanserine kadar götürebiliyor. Bu yıl yapılan bir çalışmada obez ve yağlı karaciğeri olan çocuklara 6 hafta probiyotik (yararlı bakteriler) verilmesi ile kilo azalması, karaciğer yağ miktarında %30 a yakın azalma ve kan testlerinde düzelme görüldü. Bu da bize karaciğer sağlığımız için barsak bakterilerimizin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Aynı şey alkole bağlı karaciğer hastalığı için de geçerli.
- FEKAL MİKROBİYOTA NAKLİ
Fekalmikrobiyota nakli kısaca dışkı transferi. Her ne kadar itici olsa da Dünyada giderek artan bir tedavi yöntemi. İlk kez ABD’de kronik C.difficleenfeksiyonu için kullanılmaya başlandı. Tüm antibiyotiklere dirençli olan bu hastalarda %96 başarı sağlandı. İlk başlarda inflamatuvar barsak hastalığı denendi, şu ana kadar sonuçlar değişken, yani bazı hastalarda çok iyi sonuç alınırken bazılarında işe yaramıyor. Ayrıca birkaç defa tekrar etmek gerekiyor. İrritabl barsak hastalığında yine birkaç hastada başarılı sonuçlar var. Amsterdam’da diyabet ve insülin direnci olan hastalara nakil yapılıyor. İlk sonuçlar oldukça başarılı, diyabeti tamamen tedavi etmese de insülin direncini oldukça azaltıyor. Gelecekte obezite, kolon kanseri, alerjik hastalıklar, romatoidartrit, ve birçok hastalıkta uygulanması mümkün. Bu alana ilgi o kadar yoğun ki yurtdışında hastalar doktorlarına bu tedaviyi almak için baskı uyguluyor. Ancak henüz bilimsel çalışma aşamasında olduğu için çalışma dışında bu tedaviye uygulamak zaman alacaktır. Fransa’da, Amerika’da ve bazı ülkelerde bakteri bankası oluşturulmaya başlandı. Fransa’daki Enterome şirketi birçok hastalıkla tanısal kit üretmek için harekete geçti, Amerika’da da büyük şirketler bu alan girmeye başladı.
Barsak mikrobiyotası henüz emekleme aşamasında, ama ilk bulgular tıpta birçok hastalığın içine gireceği, tanı ve tedavide yer alacağı şeklinde. Gelişmiş ülkeler bu potansiyelin farkına varalı 5 yıl oldu. Geçmiş 20 yıl genetik çağı iken gelecek 20 yılın mikrobiyota çalışmaları olmasımuhtemel gözüküyor. Türkiye bu konuda henüz start almadı ama Türkiye için bu alanın farklı bir önemi var. Bizim beslenme alışkanlığımız (hızla değişmekle birlikte) Batı ülkelerinden farklı. Bu nedenle kendimize özgü bir barsak bakteri yapımız olması muhtemel. Bunun çalışılmasıyla, bize özel tanı ve tedavi yöntemleri geliştirilebilir. Umarım gelecekte daha fazla bilim insanı ülkemizde bu konuya eğilir ve böylece bu yarışta geri kalmayız.