Varoluşçu Psikoterapi
Yazar Cansu Ayman • Psikolog • 15 Kasım 2022 • Yorumlar:
İçine doğduğumuz toplum, aile ve kültür bazen bizi kısıtlanmış ve çaresiz hissetmemize neden olabilir. Başımıza gelenler için dış koşulları ve “öteki’ni suçlamak başımıza gelenlerdeki kendi rolümüzü kabul etmekten çok daha kolaydır. Bu sorumluluk almamızın ve değişimin önündeki en büyük engeldir aslında. Dış koşulları suçlamaktan vazgeçip deneyimlerimizdeki kendi rolümüze bakışımızı çevirdiğimiz noktada ayağımızın sağlam bastığı, dayandığımız zemin çatlar, artık o zeminde kalamayacağımızı biliriz, yüksek bir varoluşsal kaygı hissederiz çünkü harekete geçme zamanı gelmiştir, alışılmışın dışına çıkıp her zaman yapıp ettiklerimizden başka bir şey yapmak zamanı gelmiştir. Konfor alanımızın dışına çıkmak kaygı uyandırır. Ama kaygo aynı zamanda harekete geçiricidir. Bu noktada olduğumuz yerde kalmayı seçebiliriz de. Ama önemli olan seçimlerimizin farkında olmak ve o sorumluluğu alabilmektir.
Varoluşçu perspektife göre, var-oluş sahip olunan bir şey değildir. İnsan demek var-oluş demektir. Var-oluşumuzun zamansallığı içinde kendimizi sürekli yeniden yaratırız. Her an önceki oluşumuzdan daha fazla veya daha az bir şeyler oluruz. Seçtiklerimiz ve seçmediklerimiz ile var-oluş şeklimizi sürekli yeniden belirleriz. Önemli olan nasıl yaşamayı, ne yapmayı seçtiğimiz ve seçmediğimizdir. Hayatımızın sorumluluğu bizden başka kimsede değildir. Bu tekinsiz ve sonsuz seçeneklerle dolu dünyada olabildiğince özgürüz. Bu özgürlüğü sahiplenebilmek, hayatımızın sorumluluğunu alabilmek cesaret ister. Ancak anlamlı bir hayat kurabilmenin şartı bu cesareti gösterebilmektedir.
James Baldwin “ Özgürlük insanlara verilen bir şey değil, insanların aldığı bir şeydir ve insanlar istedikleri kadar özgürdür,” diyor.
Varoluşçu psikoterapi somut insanın öznel konumuna, öznel deneyimine önem verir. İnsanı kategorilerle nesneleştiren, neden-sonuç alanından kurtararak, bütünsel ve öznel deneyimlerinin alanına kavuşturur. Kendi gerçekliğimiz bir defada ve herkes için ortak olarak çözülebilecek bir gizem değildir, insan için sürekli keşfedilen, içine girip nüfuz edilen ve her an bizim tarafımızdan yaratılan, inşa edilen bir şeydir. Bu ise deneyimlerin araştırılması yoluyla var-oluş aydınlatılarak mümkün olur. Gözlemcinin (terapistin) bakış açısı değil; aktörün (danışanın) bakış açısı esastır. Titiz bir araştırmacı gibi kendi deneyimini katman katman soyan aktöre gözlemci bu yolculukta rehberlik eder. İnsan kendi hayatının sorumluluğunu alabilme cesaretini kazanırken, terapist onun yanında olur, insanın seçim olanakları keşfetmesini ve otantik seçimin ne olup ne olmadığını anlamasını sağlar. İnsanın kendi kendini dönüştürebilecek noktaya ulaşması ve anlam bulma - anlam yaratması yönündeki yolu gösterir.