Ya Oynayamazsa !!
Yazar Serkan Süren • Çocuk Psikiyatristi • 9 Nisan 2019 • Yorumlar:
Çocukluğumuzda büyüklerimiz, uykumuz yokken bizi yatağa gitmeye ikna etmek veya doymuş olsak da tabağımızdakileri bitirmenin gereklilik olduğu abukluğunu kabullendirmek için, ‘’uyumazsan büyümezsin, yemezsen küçük kalırsın’’ dediler.
Çocuklar için büyümek, daha güçlü olmak, rol modeli kadar uzun boylu olmak anlamına geldiği için, bu tehdit ve özendirmeler ile çocuklar doydukları halde yediler, uykuları yokken uyudular.
İçsel denetim geliştiremeden yediler, uyudular, yediler, uyudular…
Çocuk yedikçe anne huzurlu oldu, zamanında yatınca baba mutlu oldu.
‘’Hadi ye, daha çok ye, sen doymadın ben biliyorum, hepsini ye’’ otomatizması ile annesinin istediği kadar yiyen, babasının istediği saatte uyuyan ve böylelikle anne babasını huzura kavuşturan çocuk, ’fiziksel olarak gerçekten de büyür. ‘’
Peki, fiziksel büyümeye; duygusal olgunlaşma, dürtülerini kontrol edebilme ve isteklerini erteleyebilme gibi sosyal uyum becerilerinin gelişimi eklenmediğinde tam bir büyümeden söz edilebilir mi ?
Fiziksel gelişimi sağlama gayreti ile çocuğun yediği yemeğin miktarına, yatma saatine kafayı takıp titizlenirken, aynı hassasiyeti ve çabayı sosyal ve duygusal gelişim için gösterebiliyor muyuz?
Sağlıklı gelişimin, beslenme ve uykunun desteklediği, boy ve kilo gelişimi ile sınırlı olduğunu düşünen, fiziksel gelişim dışındaki büyüme gerekliliklerinin farkında olmayan anne ve babalar; çocukları büyüdükçe bu soruların yanıtlarını acı deneyimlerle öğrenmeye başlarlar.
İlkokul dönemi ve takip eden ergenlik dönemi ile birlikte sadece birkaç yaş yaşlanmış olan aynı anne babamız, kabuk değiştiren tırtıl misali; ‘’bu kadar yeme obez olacaksın, doymayı bilmez benim oğlum, tam derse oturacak uykusu geliyor, sorumluluklarının hiç farkında değil bu çocuk’’ gibi şikayetler dile getirmeye başlar.
Çocuklarına karşı zaman ile değişen, tutarsız isteklerinin farkına varmak yerine, kazanılamayan beceri ve kontrol edilemeyen dürtülerin sorumluluğunu çocuklarında aramaya başlarlar.
Düzenli ders çalışabilme, başarılı olmak için gayret gösterebilme, yaşıtları ile iyi geçinebilme, isteklerini erteleyip önce sorumluluklarını yerine getirme gibi yeni beklentilerin, çocuk tarafından yeterince iyi karşılanamaması beraberinde hayal kırıklığını getirir. ‘’Büyüdükçe şımardı, ergenlikte çok değişti çok.., laf söz dinlemez oldu, asi oldu asi..’’ gibi yaşanan hayal kırıklığının yaralayıcı öfkeli söylemler ile ifade edilmesi ile aile içi ilişkiler sarsılmaya başlar.
Evde, sadece ders, sadece bilgisayar yasakları, sadece arkadaş yanlış seçimleri, sadece hatalar, yanlışlılar, eksiklikler konuşulmaya başlanır, aile tamamen çocukların beceremediklerine odaklanır, çocuk yap(a)madıkları ile defalarca yüzleşmek zorunda kalır.
Aile ve öğretmenler ‘’Aslında istese yapar’’ yanılsaması içinde, çocuğu sıkıştırdıkça sıkıştırırlar, çocuğun zamanında yapabilmeyi öğrenemediği beceriler nedeniyle bu denli zorlandığını ve başaramadığını farkedemezler. (düzenli ders çalışabilmek, öfkeyi yönlendirememek, istekleri erteleyememek, çoğu sorumluluklarn otomatikleşememesi vs..), Çocuğun, özellikle ‘’başarısızlığı arzuladığı’’ yanlış inancına kapılan aileler, çocuklarını gayretsizlikle, özensizlikle, sorumsuzlukla, tembellikle etiketlerler. Bu suçlamalar karşısında çocukta kendi yapabilecekleri ile ilgili kuşku duymaya, kendine olan güveninde azalmaya başlar. Ebeveyn ile çocuk aynı ev içersinde birbirlerinden iyice uzaklaşır. Bu kaosun içinde aileye göre çocuğun doğru yapabildiği artık hiçbir şey kalmamıştır, yapabileceği bir çok şeyi de yapmamaktadır. Yıpranan ilişkiler, sarsılan aile dinamikleri, biraz suçluluk, biraz çaresizlik duyguları içinde eşler birbirlerine ve kendi kendilerine, en sonunda şu soruyu sormaya başlarlar ‘’ Biz bu çocuğu yetiştirirken nerede hata yaptık, çok mu şımarttık ?..
Zamanında ağlatarak uyutmanın, çatlayana kadar yedirmenin, her isteğini anında yerine getirmenin kısacası, fiziksel gelişimi baştacı yapmanın, çocuğun büyüdükçe karşılaşacağı hayatın farklı işlevsellik alanlarındaki huzuru, mutluluğu, ve uyumu başarılı bir bir şekilde deneyimleyebilmek için yeterli olmadığı; çocuğun küçük yaştan itibaren bazı becerileri kazanabilmesi için onlara oyun ortamı sunulması gerekliliğini bilmeyerek en büyük hatalar yapılır.
Ebeveynlerin çocukları ile ilgili akademik, davranışsal ve sosyal alanlarda biz profesyonellerden yardım talebinde bulunduklarında, çocukların bir kısmında aile tutumlarından bağımsız, tedavi edilmesi gereken tıbbi durumlar söz konusudur ve ailenin alacağı ev içi önlemler ile durum düzelmez. Bunun yanında hiç de azımsamayacak bir grup çocuğumuzun yaşadığı benzer alanlardaki sorunlar, gelişimsel dönemleri ile ilgili uygun ortamın kendilerine sunulamaması ile ilgilidir.
Bazen amacı olmayan bir etkinlik olarak görülebilen,
Çocuğun eğlenmesi ve hoşça vakit geçirmesinden öte bir anlam ifade etmediğini sandığımız,
‘Oyuna düşkün olduğun kadar derslerine çalışşan’’ diyerek gereksizliğine vurgu yapabildiğimiz oyun aktivitelerinin eksikliği ile oyun gıdasından mahrum kalan çocuklar;
- Kendiliklerinin farkına varma fırsatını kaçırarak büyür..
- İçsel ihtiyaçlarını düzenleyebilme becerisi geliştiremeden büyür..
- Becerilerini yeteneklerini keşfetme ve geliştirebilme fırsatı elinden alınarak büyür..
Düzenli uyuyamayan yeterince iyi beslenemeyen çocuk başta anne olmak üzere tüm aile bireylerinin huzursuz olmasına ve bir an evvel profesyonel yardım alınmasına neden olur. Dolayısıyla uzun süreli ihmal edilmez. En az uyku ve beslenme kadar gelişim için olmazsa olmaz, sosyal duygusal alanda altın kriter olan oyun konusunda ise ailelerde benzer duyarlılık göstermezler, bu anlamda oyun çocuğun doyurulması gereken ama en çok ihmal edilen öncül ihtiyacı olarak karşımıza çıkar.
Çocukların sosyal ve duygusal gelişiminde oyunun yaptığı gelişimsel katkı, yaşamlarının sonraki yıllarında onlardan bekleyeceğimiz farklı bir çok beklentilerimizi yeterince iyi yapabilmek için çabanın, azmin, ve hazzın kaynağını teşkil eder.
Sosyal beceri gelişimi
Çocuklar, nasıl davranmaları gerektiğini veya neyin kabul edilemez davranışlar olduğunu, büyüklerinin kendilerine kuralları sürekli hatırlatmalarına kıyasla, yaşıtları ile birlikte ‘’oynama deneyimleri yaşayarak’’ çok daha etkin öğrenirler.
Arkadaşlarına karşı adil olmak, sıra bekleyebilmek, yenilmeye tahamül edebilmek, kendine ait olanı paylaşabilmek ve bundan keyif duyumsayabilmek gibi” sosyal becerilerin kazanımı, en doğal haliyle oyun ortamında edinilir ve çocuğu yetişkin hayata hazırlıksız yakalanmasını engeller. Dolayısıyla oyun; çocuğun hayatı boyunca kuracağı insan ilişkilerinin kalitesini belirleyen, sonraki yaşlarda içselleştirilmesi oldukça güç olan sosyal kazanımların gelişimi için eşsiz bir ortam sunar. Ayrıca sosyal yeterlilik, duygusal olgunluk ve engellenmeye dayanma gücü gibi erken yaşta kazanılmış sosyal beceriler, çocuğu tüm hayatı boyunca psikopatoloji gelişimine karşı koruyucu faktörlerdir.
Çocuğun iç dünyasına açılan sihirli kapı:
Çocuk aktif olarak dahil olduğu oyun sürecindeki kurduğu hayali dünyasında, duygularını, meraklarını, ihtiyaçlarını ve korkularını; kısaca yetişkinler gibi anlamlandırıp ifade edemediği iç dünyasını ifade eder.
Oyun çocuğun iç dünyasını anlatabildiği en etkin yoldur.
Çocuklar yaşadıkları önemli olayları oyunlarında, konuşmalarında ve davranışlarında dış dünyaya yansıtırlar. Çocuğun stresi, iç dünyasındaki çatışmaları, korkuları kaygıları gibi sıkıntılı bilişsel süreçlerin etkisinden kurtulması için oyun bir rahatlama sahası olur oyun ve oyuncaklar aracılığı ile kendilerine özgü yaşadıkları zor duygusal yaşantılarını oyun esnasında tekrar yaşayarak korkularının ve acılarının üstesinden gelmeye çalışırlar
Dolayısıyla oyun ortamı çocuğa kendini güvenli bir şekilde ifade etme, var ise travmalarını onarma fırsatı sağlar.