Yaratıcılığa Eğitim ve Ebeveyn Etkileri
Yazar Nilgün Saltaş • Psikolog • 26 Temmuz 2022 • Yorumlar:
Önce biraz yaratıcılığın fizyolojik kökeninde bahsetmek istiyorum ;
Çocuk 3-6 yaş aralığında yaratıcılıkla ilgili en pik seviyesine ulaşır, hayal gücü bu dönemde oldukça gelişmiştir. 6 yaştan sonra, yaklaşık 2 yıl içerisinde yani okul döneminde bu enteresan yaratıcılık performansı azalmaya başlar. Peki Neden? Çünkü çocuklar okul dönemine geldiklerinde toplum kurallarına ve düzenine gerçekçi bir düzlemde adapte olmaya başlarlar ve 3-6 yaş aralığında olduğu gibi içinde yaşadıkları ortamdan bağımsız ve özgün olarak düşünemezler. 6 yaş sonrası okul döneminde çocuğun beynindeki prefrontal korteksi(bilinç, toplumsal kurallar bölümü) gelişmeye başlar. Prefrontal korteks kişinin sosyalleşerek ve toplumsal düzeni farkederek, bilinçli olarak yaşamasını sağlayan bölümdür. Çocukken limbik sistem ve frontal korteks arasındaki zayıf ağ yapısı aynı zamanda korteks(bilinç) oluşumlarının, limbikte(ilkel dürtüsel bölge) bulunan duygusal yapılar üzerindeki kontrolünü de engeller ya da azaltır. Böylece da kontrol ve sınırlayıcılık içeren korteksin bu bağlantısından yoksun olan kişi ise daha içgüdüsel, ilkel, bağlantısız, özgün ve yasaksız olur. Bu işleyiş aynı zamanda yaratıcılığa da ideal bir zemin hazırlar, benzer bağlantı azlığına, çoğu ünlü eşsiz ressam ve bestecide de rastlanılmaktadır. Velhasıl yaratıcılık biraz da monoton düzenin, kuralların dışındadır diyebiliriz. Yani yukarıdaki anatomik bilgileri sadeleştirirsek ; çocuk, izin verildiği ölçüde yaratıcıdır, çünkü ailesiyle birlikte yaşadığı sürece, hamura şekil verir gibi onların şekil vermesiyle çocuğun gelecek formu oluşturulur ve üzerine ek olarak aşırı kurallar silsilesiyle yoğrulmuş eğitim sistemimiz aslında çocukların yaratıcılığının önündeki en büyük engeldir . Peki Yaratıcılık neden bu kadar önemli? Çünkü yaratıcılık problem çözme yetisini de beraberinde getirir. Her ailenin hayali çocuğunun kendi ayakları üzerinde durma becerisine sahip olmasıdır. Fakat doğdukları andan itibaren sen prenses ve prenssin diye büyütülen bir nesil düşünün, istedikleri herşey çabalamadan kendilerine veriliyor, verilmiyorsa eğer küsme, çabuk sıkılma ve vazgeçme gibi başaçıkma mekanizmaları ile karşılaşıyor aileler, sonrasında zaten bu çocuklar büyüdüklerinde gittikleri iş yerlerinde kraliyet ailesinin bir mensubu olmadiklarını ;göz teması kurulmadan yapılan, empati yoksunu yüzeysel acımasız patron işçi diyaloglarında anlıyorlar, ya da karşılık alamadıkları o ilk aşkın kalp acısında tanımaya başlıyorlar gerçek hayatı...bunun sonucu olarak da eksik kalan ve bir anda ulaşılmaya alışık olunan ailenin sunduğu çözümlerle gelen tatmini yani mutluluk ve haz hissi veren dopamini başka elde etme yolları arıyorlar: kendilerine sanal alemde mutluluk platformları yaratıyorlar, alkol ve uyuşturucu bağımlılığına yöneliyorlar... aile diyor ki : "sen süpersin özelsin, biz arkandayız hatta önündeydiz, senin yerine problemi çözeriz" , gerçek şu anki sistem diyor ki: " umrumda degilsin' ....ve sonuç ciddi bir bocalama, kimlik kargaşası ,özgüven eksikliği ,sosyal ilişki başarısızlıkları ve asosyallik ... çaba harcamadan almaya alıştığı ödüllerin onayların, karşılığı olmayan bir dünyada ne arkadaşları onları gercekten"like 'lıyor!!! ne de patronları...fakat çabasız elde edilen ya da verilen onay yada ödül sonucu oluşan dopamine yani mutluluğa ihtiyaç var...sonra alkol ve uyuşturucu bağımlılığı ,asosyallik ya da duygudan empatiden yoksun yüzeysel ilişkiler, internet bağımlılığı,depresyon,intihar oranlarındaki artışlar gibi istenmeye durumlar meydana geliyor...ve elimizde adına ‘kaybolmuş nesil’ dediğimiz bir yapı oluşuyor ... "bizim zamanımızda böyle değildi "yargılamaları yapmak yerine ; onları kazanmaya mı çalışıyoruz yoksa hatalı sürüm muamelesi mi yapıyoruz diye ebeveyn, eğitmen ve işverenler kendilerine sormalılar.
Onlara doğru eğitim ve rehabilite olma olanaklarının yolunu açmalılar. Çünkü bu yetiştirme modelleri ve yaratıcılığı kısıtlayan eğitim sistemiyle bu neslin, gündelik hayatla başa çıkabilmeleri için gereken yaratıcı çözüm odaklı becerileri edinme ihtimalleri yok ve hatta bu becerileri edinecekleri onları tatmin eden bir örnek modelleri de yok...böylece de neyi neden isteyip ya da istemedikleriyle ilgili bir alt yapıya ve farkındalığa da sahip değiller..sanal ve devasal bir örümcek ağıyla çevrililer, aralarında kendi dillerini oluşturmuşlar ve onun dışına çıkamıyorlar, çünkü onları yetiştirirken çıkış yolunu bulmalarına izin vermedik, farkındalık ve sorgulama yetilerini geliştirmek...kendi kırgınlıklarımızın yansıması ve telafisi olarak her istediklerini yapmaya çalıştık... Olamadıklarımızı onlarda oldurtmaya çalıştık... nevrotik ,çabalamadan ödülü hakeden taraflarını besledik...Onlara sorgulamayı öğretmedik, örneğin Sokratik sorgulamayı kaç ebeveyn araştırıp uygulanmıştır çocuklarına! Yeri gelmişken SOKRATİK SORGULAMA NEDİR biraz bahsedelim ;
Sokratik yöntem, antik dönem Yunan filozofu Sokrates'in felsefi düşünüşü ve bilgiyi soru sorarak öğretme yöntemidir. Sokrates'in öğrencilerine bilgileri sorular sorarak öğretmesi Sokratik dialog adıyla bilinir.
1) İroni aşaması: Kişinin kesin doğru olarak bildiği ya da doğru bildiğini sandığı bilgiler ile ilgili sorular sorulur.
2) Sorgulatma aşaması: Bu aşamada bireyin doğru olarak bildiklerinin aslında sağlam temellere sahip olmadığını, bireyin düşünceleri arasındaki tutarsızlık ve çelişkiyi kişinin farketmesini sağlamak bulunmaktadır... Bu bakış açısıyla yetişen çocuklara mesleki gözle baktığımda ailelerinin de bu bakış açısıyla hayata baktıklarını söyleyebilirim. Böyle yetişen çocuklar daha yaratıcı, pratik zekalı, çözüm odaklı, empati yeteneği yüksek, dolayısıyla farkındalığı gelişmiş bireyler olarak yetişiyorlar. Dolayısıyla da hayatta daha başarılı olmakla birlikte kendilerini daha başarılı, tatmin olmuş hissediyorlar, bu çocukların ölçülen mutluluk düzeyleri de diğer akranlarına oranla çok daha yüksektir .